21.03.2008

Kürt Çözümünde İslami Birleştiren mi?

Türkiye giderek artan bir şekilde, "demokrasi ve laiklik" ile "islami yükselişi" olduğu kadar, "Kürt meselesi" ile de "İslami yükselişi" eşitleme yönünde bir süreç yaşayacak görünüyor.

"İslami yükseliş" sadece Türkiye'ye has olmayan bir olgudur. Bugünkü "küresel dünya"da toplumlar yeniden biçimlenirken, ortak "birleştiren" olarak "din unsuru" tayin edici bir rol oynamaya başlamıştır. "Ulus" ve "etni" faktörü yerini "din-mezhep"e bırakarak tarih sahnesinden çekilme yönünde gerileyişe geçmiş olduğunu hissettiriyor. "Ulus" öğesi, "uluslaşma çağı"nın bir sosyal ketegorisi idi ve rolunü yerine getirmiştir.

Din'ler, Hiristiyan ve İslam dünyasının öne çıkan birleştireni olarak, "uluslaşma"nın eridiği "küreselleşme çağı"nda, giderek daha büyük siyasal rol oynama öğeleri olacaklardır. Türkiye ve Ortadoğu'da Kürt meselesi de bu sürecin ayrılmaz parçasıdır ve bu konu BOP'un ve "İslam ümmetliği" birleştirenin parçası halinde ele alınmaya başlamıştır.

DTP'nin çok yakın zamanda, eğer varlığı İslami bir Kürt partisi olma yönünde değişmez ise, kendisini en açık haliyle AKP ile karşı karşıya bulacağını göreceğiz. "AB hayalleri" üzerine kurulmuş "AKP hayırhahlığı veya tercihi" politikasını gözden geçirme zorunluğu ister istemez doğacaktır.

Bu sürecin sağlam temellerde değerlendirilmesi, önümüzdeki on yılların nasıl şekilleneceğini belirleyebilecek kadar önem taşıyor.

Aşağıda, bir dizi argümanı bu nedenle bilgilenim alanına sokuyor ve tanınmasını istiyoruz.

*****

Kürt Meselesinin Çözümünde Pişirilmekte Olan Yemek...

"PKK'ya karşı Kara Harekatı"nın bir milat olduğunu söylemiştik.Şu anda gerçekleşmekte olan, "ılımlaştırılmış ve güçten düşürülmüş bir PKK" ile "siyasi çözüm"ün AB-D önderliğiyle Türkiye'de uygulamaya sokulma hazırlığı olarak görülüyor.

CHP başkanı Baykal'ın, "kara harekatı"nı, birden bire "bölünme sürecinin parçası" olarak ilan etmesi, aslında MGK belgelerine çoktan girmiş olan "terörü bırakmış bir PKK ile siyasi çözüm" politikasının varlığını henüz kavrayamamış olmasına ve bunu sonradan fark etmesine bağlı görünüyor. Şimdiki tepkileri , ordu yönetim kademesi hakkında yaşadığı düş kırıklığıyla ve var olan bir devlet politikasını ancak görebilmiş olmasına duyduğu hayıfla açıklanabilir.

MGK belgesindeki bu dönüşüm işaretini, daha 11 Nisan 2007 de, soru işareti düzeyinde dile getirmiştik. Şubat 2008 sonlarından itibaren ABD yetkililerinin açık ifadelerle formüle ettikleri "PKK politikası"ndan sonra, bunun böyle olduğunu artık daha rahat söyleyebiliyoruz.

Dağılmakta olan "ulus devlet" modelinin yerine konulabilecek başka devlet türleri de olabildiğine tarih tanıklık ettiğine göre, bundan korkuya düşen yetkililerin içleri rahat olabilir. Şeriat devleti de, sonuçta hem "sosyal", hem de "devlet"tir!

Bugünkü açıklamalarına göre, yöresel Kürt yönetimi, "Irak'ın toprak bütünlüğü" güvencesiyle, Türk devletinin PKK ile "siyasi çözüm" noktasına gelmesini kolaylaştırmaya çalışıyor görünüyor.

Bütün burada "çözüm"ün AB-D kanalıyla kotarılmaya çalışıldığı hesaba katılırsa, bunun demokratik ve laik bir çözüm olamayacağı anlaşılacaktır.

Aşağıda yer alan , birbirinden "kopuk" kesitleri birleştirmek ise, Türkiye'deki etnik meseleleri demokratik ve laik temelde çözmeyi dileyenlerin yapması gereken bir iş.

Bizden yayınlaması ve söylemesi..

***

Barzani,Erdoğan ve MGK Sonuçları

http://www.gazetea2.com/sayfa.asp?NewsID=haber&id=1897

MİLLİ GÜVENLİK KURULU

27 NİSAN 2006

. . . . . . . .BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜ VE YANDAŞLARI . . . . . . . . . .AMAÇLARINA ULAŞAMAYACAKLAR . . . . . .

http://www.mgk.gov.tr/Turkce/basinbildiri2006/27nisan2006.htm

***İSAN 2007

10 NİSAN 2007

. . . .TERÖR ÖRGÜTÜNÜN TERÖRLE AMAÇLARINA ULAŞMA ŞANSLARININ VE BAŞARI UMUTLARININ OLMADIĞININ ÇOK İYİ BİLİNMESİ GEREKTİĞİ İFADE EDİLEREK, . . . .

Bildirideki ifadeleri temel alırsak, burada, şimdiye kadar yapılan eski açıklamalara göre farklı ve yeni olan ifade tarzı dikkat çekmektedir. O da MGK’nın, PKK’ya yönelik karşıtlığı sınırlamaya yönelik bir ifadenin kullanılmasıdır.

Bu bildiride, MGK’nın, terör örgütünün “amacına ulaşma metoduna” bir gönderme yapılmış olmasının nedenini şu anda bilemiyoruz. Bu bir ifade karışıklığı olabilir mi? Böyle bir bildiride, ifade hatası olasılığı aslında yoktur. O durumda ise, bunun imzacıları farkında olsun veya olmasın, bildiriden çıkan anlam, M. Ağar’ın daha önce ifade ettiği PKK’yı ‘dağdan ovaya indirme’ çağrısı yönünde olduğu sonucu ortaya çıkıyor.

. . . . . . . . . . . . .

Bunun salt bir ifade tarzı olup olmadığını; PKK’ya sadece “terörden vazgeçme” çağrısı anlamı taşıyıp taşımadığını, önümüzdeki dönemin tutumları gösterebilir.

***

21. yüzyıl,bir “din savaşları” çağı mı ?

01.08.06

“PKK konusunda”,dün öğleden sonra Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan yalanlama, bu kez, önce, Sabah gazetesi ve onun bazı yazarları tarafından yalanlandı.

Aynı gün hükümet sözcüleri böyle bir planın var veya yok olduğunun söylenemeyeceğini açıkladı.

Yine aynı gün, Başbakan, bu noktadaki sorulara, ‘var veya yok denilemeyeceği’ anlamında, biraz esip gürleyerek, yanıt verdi. Oysa ' böyle bir plan yok' demek daha basitti.

Bununla birlikte, basında varlığı sızdırılan planda yeri olan Barzani’nin, bu planda kendisine verilen yere uygun adımlar attığı da gazetelere yansıdı.

Demek ortada bir plan var ve uygulanmaya çalışılıyor.

Buraya kadar da her şey normal.

Bu tasarlanmış hedefin asıl içeriği, gerçek adı ne o halde?

Bu noktada rivayetler değişiyor.

Dün yazısını okuduğumuz ( ve yazısına da bağlı olan yalanlamaya bugün tek kelime ile karşılık bile veremeyen) Bay Berkan, bu noktada, içeriği epey bulamaç halde, bir “PKK'yı tasfiye” başlığı kullanmıştı.

Genelkurmay Başkanlığı açıklamasında kullanılan ifade ise daha dikkatli kelimelerden seçilmişti:

"Bölücü Terör Örgütüne silah bıraktırılmasına yönelik ... bir plan”

Bu noktada en açık tanımı Sabah gazetesi kullanmış:

"PKK'yı dağdan indirme planı".

Yani, ortada “PKK’yı yok etme” gibi bir tasarı yok.

Onu ‘dağdan indirme’ var.

Nereye indirilecek peki?

Elbette “Masaya”!

Başbakan’ın, bir kaç ay önce ,“silahı bırak, masaya otur!” çağrısının hedefi ve anlamı şimdi daha net anlaşılıyor. Bu, doğrudan doğruya PKK’ya bir mesajdı ve o sıralarda bu tasarı hükümet ve devlet çevrelerinde pişirilmiş veya pişiriliyor olmalıydı.

Biçimi ne olursa olsun, hangi aracı yasal partiler, kurumlar kullanılırsa kullanılsın, Türkiye’de bugün ‘PKK ile masaya oturmak’ kolay bir tercih değil.

Devlet içinde bu tarz bir çözüme karşı olan güçlü bir kesim olduğu gibi, yıllarca yanlış bir şekilde eğitilmiş ve bizzat PKK’nın “temiz savaş”ı ile en demokrat Türk çevrelerinin bile Kürt meselesinde olumsuz bir alana doğru itilmiş olduğu şartlarda hele, hiç kolay değil.

Bu nedenle E.Babahan gibi yazarlar “şimdi cesur olmak zamanı” demiş.

Zamanında “Kürt” sözü duyduklarında öteye kaçanların, ‘Kürt meselesi’ diyene saldıranların,şimdi Hükümet tasarısına bağlı bu ‘cesaret’leri iğrendirici olsa da, yine de bugünkü durum hakkında bilgi veriyor.

Berkan’ın, geçtiğimiz aylarda bu tasarıyı sızdırarak işlemez hale getirmek isteyenler doğrultusunda yayın yapmış olabileceğini söylediği Fatih Çekirge, birkaç gün önce Hürriyet tarafından Diyarbakır’a gönderilmiş.

F.Çekirge de oradan bu tasarıya ön hazırlık olsun diye (‘…kimse kızmasın alınmasın...’ diye başlayan) röportajlar yapıyor.

E.Babahan, toplumdaki muhtemel infiali söndürmek için, “ondan görünüp, ona vurma” taktikleriyle dolu cümlecikler kuruyor:

“Türkiye güçlü bir devlet.

Teröristle pazarlık yapması söz konusu olamaz.
Ama bu sıkıntıyı aşacak adımlar atması, çözümler üretmesi pazarlık anlamına gelmez.”

Demek ki,“Terörist PKK örgütünün kökünü kazımak” gibi laflar, aslında sadece bir laf. Daha fazlası değil.

Bugün gelinen noktada bu tasarı, PKK’nın “dağdan indirilmesi”ni ve “Dağdan inmiş” yani silah bırakmış bir siyasal örgüt olarak PKK ile masaya oturulmasını öngörüyor.

Bunun, adı, biçimi, aracı kurumları değişebilir elbette. Ama özü bu!

Kurtuluş savasından daha uzun sürmüş ve Cumhuriyetin başından itibaren var olan Kürt meselesinin barışçıl bir çözümü, eğer böyle gerçekleşirse, bu kuşkusuz iyi olur.

Zamanında, parti programında “doğu ve güney doğu Anadolu’nun geri kalmışlığı” cümleleri yer alıyor diye yasal TİP’i kapatmış bir Türkiye, önce kendi eli ile bu alanı yasadışılığa iten taraftır... Alınmaya falan hiç gerek yok.

Bununla birlikte, böyle bir tasarının gerçekleşmesi pek olası da görünmüyor.

Öcalan’ın yakalanması sonrasını anımsayalım. Bütün siyasi ve örgütsel yetkileri tekelinde toplamış bir yönetici olarak Öcalan’ın yakalanmasının ardından, PKK ve binlerce taraftarı demoralize olmuş, örgüt yöneticileri arasında ayrılık çıkmış, örgütün bir kanadı Öcalan’ı bile ret eden çizgi kaymalarına uğramıştı... Ne yapıldı peki?

O sırada AB aşkı uğruna, önemli de olsa, bir kaç temel yasa değişikliği... O kadar.

Karşı karşıya bulunulan soruna göre bunlar koca bir hiç değilse de, pek fazla bir şey de değil.

Örgüt nefeslendi, yeniden toparlandı, Öcalan liderliğini yeniden tesis etti. Ardından silahlar patlayınca konu ‘anımsandı’.

Burada anlattıklarımız, aslında, böyle toplumsal konular söz konusu olduğunda, durumu tam ifade etmezler. İfadeler gerçeğin her zaman basitleştirilmiş yansımalarıdır. Gerçekler, yazıların karartısından daha tonludur.

Politikada, devlet çizgilerinde, toplumun algılama biçimlerinde değişim hiç bir zaman kolay bir süreç olarak yaşanmaz. Eski köye yeni adet gelmesinin zorluklarını sadece o köyde yasayanlar bilir. Demirel’in ağzından, ,kırık-pörçük bir ‘Kürt realitesi’ sözcüğü ancak 40 yıl sonra çıkabilmiştir. Bu, onun özel olarak kötülüğünden veya bu sorunu bilmiyor olmasından değildi.

Bir politik çizgi, hele de uygulama alanına girmiş ise, hiç kolay değiştirilemez. Hiçbiri iktidar değilken bile geçmişteki sol gurupların her program değiştirme çabası, bölünüp parçalanma, üyelerinin birbiriyle boğazlaşması biçiminde yasanmış ise, bu da onların kötü insanlar olmasından değildi. Öcalan, kendi elleriyle yarattığı PKK’nın bile çizgisini değiştirememiştir, değiştirme çabalarında büyük zorluklar yaşamıştır. Otoritesinin en üst düzeyde olduğu sıralarda görüştüğümüzde bile, kendi örgütünün kontrolünü elinde tutmada çok büyük zorlukları olduğunu kendisi açıklamıştı. Bunlar o zaman ki yazılarda yer almış olmalıdır. Oysa üstelik iktidar olmayan bir örgüttü.

Herkesin kendine göre bir anlam verdiği “terör” sözcüğü etrafında vaaz edilen tasarıda toparlanmış bir iktidar çizginin değişimi elbette devlet, ordu ve toplum içinde büyük direnişlerle karsılaşacaktır.

Fakat öyle de olsa, çözüm noktasına bir gün ulaşılacaktır. Toplumun bu noktaya varışı ne kadar barışçıl bir tarzda olursa, bu o denli iyidir.

Beni burada, şu anda, daha çok ilgilendiren, hükümetin bu konuyu, İslami kimlik etrafında ele alıp soruşturma ve çözme girişimi. Konu, demokrasi falan bağıntısında çözülmüyor dikkat edilirse. İslam kimliğine sahip insanların bir anlaşmazlık alanında çözüm aranıyor.

Eğer bu böyle ise, bugünkü dünyanın İslam ve Hıristiyan biçimli ayrışma çizgisi içindedir ve bu nokta bizi,11 Eylül’le, asıl olarak da Irak işgali ile başlayan, şimdi İsrail-Lübnan-Filistin savaşı ile devam eden süreci daha iyi tanımaya götürecektir.

“Ulusal kurtuluş savaşları”, “emperyalizm ve proletarya devrimleri” çağı falan olarak değerlendirilen geçtiğimiz yüzyıldaki süreçlerin ardından, şimdiki dünyanın temel gelişmelerini hangi süreç belirliyor?

Arkasında hangi ekonomik çıkarları gizliyor olursa olsun, 21. yüzyıl, bir din savaşları çağı olarak mı yaşanacak?

Henüz tam ad verilememiş bir çağda yaşıyoruz şu anda.

Renkler ve şekiller yavaş yavaş beliriyor...

***