17.03.2008

Abdestlerin Kökeni-1

“Boy ve namaz abdestleri” olarak "Gusül, Teyemmüm" gibi mutlaka "su" gerektirmeyen "arınma" ritüellerinin kökenlerini de açığa çıkarmak önem taşıyor. Bu noktalara ilişkin olarak “Arapları temizliğe yöneltmek” gibi eski argümanlar tamamen içi boş “akli gerekçe” çabaları olarak ortaya çıkmışlardır.

Su ile arınma”, tıpkı “ateş” ile, “toprak” ile , “zeytin yağı” ile, “taş” ile arınma gibi, bütünüyle sembolik bir dini işlemdir. "Gelin ve Damat hamamları"nın da bu tür ritüel özelliğine, "İnanna"nın başlangıçtaki hali olan "Ninlil'in nehirde arınma" edimleriyle bağlarına daha önceki çalışmalarda dikkat çekmiştik. Günümüzde hala Anadolu’da, evlilik töreni öncesi uygulanan gelin-damat hamamları”, gelin ve damadın fiziki temizliği ile ilgili şekillenmiş değildirler ve şimdi bile baştan sona dinsel bir ritüel, dinsel bir “arınma” olarak yaşanmaktadır. İlyada ve Odiseia’da da, dışardan gelen misafir için, misafirin , ev sahibi kadın veya erkek tarafından özel olarak yıkanılması biçimindeki kurum böyle bir eski “arınma” biçiminin devamı olarak bulunmaktaydı.

Eski toplumda "arınma" edimini "su" aracılığıyla değil, ateş, mermer, taş, zeytinyağı veya toprak ile gerçekleştiren (bu "madde"lerin tamamının tapınma araçları da olduğu hesaba katılmalıdır ; örneğin “taş” hala, Musevilik ile Alevi-Bektaşilik’te kutsal bir araç olmaya devam eder..) topluluklar da bulunmaktaydı.

Ateşe, toprağa, taşa, zeytinyağına tapan topluluklar da elbette fiziki temizlik için su kullanıyorlardı. Bu araçlarla arınma sadece dinsel edimler alanında kalıyordu. Fakat şimdiki İslam ve onun öncelleri, zamanla, dinsel arınma edimlerini “ateş”le gerçekleştiren inanç guruplarına karşı, onların “yıkanmadıkları” ve bu anlamda "pis" oldukları yönünde eleştiriler formüle etmeye başlamışlardı. Kendisi “toprakla teyemmüm”ü kullanan İslam’ın bu tür “arınma” edimlerinin derinlemesine ele alınması, konumuzun “fiziki temizlik”le ilgili olmadığını belirginleştirerek, bu eski “arınma” araçlarının erken biçim ve kökenlerinin de açığa çıkarılmasına yardımcı olacaktır.

Bilhassa, İslamın “hak mezhepleri”nin bu alandaki farklı uygulamalarının dikkatlice tahlil edilmesi gereklidir. Burada, özellikle Alevi-Bektaşi inanç mensuplarının "hayır, biz yıkanırız, temiziz" vb. gibi bir savunma içine girmeleri kadar hatalı bir tutum olamaz. Ateş tapımcısı topluluklarda, yani arınma aracı olarak “ateş”i kullanan ön toplulukların erken dinsel edimlerinde "su" kullanımının olmaması çok doğaldı ve bunun, şimdi anlaşılan anlamda "pis"likle herhangi bir ilgisi bulunmuyordu. Erken Akado-sammaru ilahilerinde, ateş tapımcısı topluluklar bakımından önemli dini şahsiyetlerin "eline ayağına su değmeyen" olarak tanımlandığını ve bunun olumsuz bir tanıtımın değil, tersine yüceltme hedefli bir tanıtımın formülü olduğunu görüyoruz. "Ateşin suyla söndürülmesini günah addeden" inanç bakımından böyle bir değerlendirme normu tamamen anlaşılırdır.

İslami yayınları okuduğumuzda, "hak mezhepler" arasındaki namaz ve gusl abdesti farkları da çok önemli görünüyor. Öyle ki, takma veya dolgu dişli olanların ağzının içinde "toplu iğne başı kadar su değmeyen" yer kalması, abdestlerin yerine getirilmesinin engeli sayılıyor. Fakat öte yandan bunun fiziki bir arınma olmadığını "osurma veya uyumanın da abdesti bozması" kuralıyla anlamış oluyoruz.

Eski toplumda "Cinsel ilişki" sandığımızdan çok derin bağlantılar içinde ele alınmaktadır ve bu nedenle "kirlilik" kavramı, kişiyi fiziken kirlenmek kategorisinde değil, ilgili "kirli" kişiyi başkalarının saldırılarından korumak anlamıyla, dokunulmaz kılmak bakımından da
tanımlanmış olmalıydı.

İslami “hak mezhep”lerden Şafilikte, yabancı ve karşı cins olanların “el sıkışmaları” bile abdest bozmaya yeterlidir. Bu ise, bize, eski toplumun bu kesiminde, cinsel ilişkinin, şimdiki dar anlamından çok daha geniş bir şekilde ele alındığını gösterir.

***

Dar anlamıyla “Abdest” veya bir başka daha geniş ifadeyle, eski Mezopotamya ön topluluklarında kutsal sayılan "su","ateş","toprak", "taş-mermer, kaya" gibi “sunu maddeleri” yoluyla “arınma” edimlerinin kökenlerini araştırıyor ve konularımızı adım adım açıklığa kavuşturmaya çalışıyoruz.


İslamın, Museviliğin ve Hıristiyanlığın su ve-ya ateşle vaftizlerinin, başlangıçta "fiziki temizlik"le herhangi bir ilişkileri bulunmuyordu. Konu sonradan ve giderek bu şekilde algılanmış ve bizzat peygamberler bile böyle sunmuş olsalar bile, eski belgeleri tanıdığımız ölçüde, konumuzun, sadece dinsel arınma alanında şekillenmiş olduğunu anlıyoruz. “Kalbin temizliği” deyiminde, ne kadar “su”, “kan” veya “tıbbi operasyon” varsa, İslami veya Hıristiyan “ vaftiz” hedefli “su”yunda da o kadar “fiziki temizlik” motifi bulunabilirdi!

İslami abdest edimlerinde arındırılan , “ağız”, “diş”,”el-kol”, “ayak”, “kulak”, “göz” gibi organların tümü eski toplumda sunulan adak organlarıydı. “Abdest”te arındırılanların bunlar ve eski damga alanları olduğu, daha önceki çalışmalarımızda az çok açıklığa kavuşturulmuştur. Dinsel edim ve dinsel ceza olarak saç kesme ve kesmeme veya başın “dörtte biri”ni mesh gibi, anlamı giderek karışmış uygulamaların gerisinde, işte bu eski “adak organları” ve damga alanları bulunuyordu. Diyelim ki, saygısal el öpme davranışında, elin öpülen kısmı (sağ el üstü veya sol el içi vb.) ve bu kısmın alına götürülüp temas ettirilmesi de, bu “damga”larla ilişkili olmalıydı. Arındırılan bu organlar çok somut olarak ortak bir düzeneğe göre "sağ" veya "sol"da yer alacak şekilde ayrıştırılmış eski toplum birimlerin "el", "ayak", "göz", "kulak", “dil”, “dudak”, “diş” gibi adak organlarıydı ki, bunları, eski yasaların sonraki ceza hükümlerin de kesilen, koparılan, oyulan organlar olarak buluyoruz.

Eski Ahit'te "uyluk kemiğini tutarak söz verme" biçimindeki ifadelerde söz konusu edilen, aslında, erkeğin “cinsel organını tutarak söz vermesi” biçiminde bir edim olmalıydı. Fakat, Eski Ahit yazıcıları, bu ifadeyi zamanla uygun görmeyip, düzeltmiş olmalılar. Biz, dini kitapların bu tür tercüme oyunlarıyla şu anda uğraşmak istemiyoruz ve onları incelemek için var olan halini de yeterli görüyoruz. Geçen gün, İtalyanların, bir uğursuzluk edimine karşı, cinsel organlarını tuttuklarını yazan bir gazete haberini yayınladık. İtalya Mısır'la en ilişkili toplumlardan biridir ve bu tür geleneğin Mısır'da da hala olduğunu okudum. Dolayısıyla Eski Ahitte, "uyluk kemiği", ve Aşil topuğu gibi noktalar yanında, sünnete önem veren bir gelenek olduğundan, eski fallus kesme, kamış adama ediminin bir ifadesi olarak "kamışını tutma" gibi eylemler de, böyle bir adak organına işaret ediyor olmalıydı.

İslami abdest ediminin genelleşmiş organları, "diş" dahil, burun, göz, kulak, ayak, el... gibi tamamen eski adak organlarından oluşmaktaydı ve birey her abdest ediminde, sistemleşip genelleşmiş bir halde, bu adak organlarını yeniden ve yeniden, güya "temizlik" babına sokarak arındırır. Hıristiyanlıkta ise sadece "ayak arındırma" uygulamasının genelleşmiş olduğunu görüyoruz. Muhtemelen, eski toplumda, erken dönemde, her farklı topluluk için, sadece belirgin bir tek organ adak organı olarak ele alınıyor olmalıydı. Giderek sentezleşen topluluklarda farklı organlar genelleşmiş görünüyor.

Abdest-arınma araçlarının da, eski toplumun “sunu araçları”yla ilgisini de görmeye başlamış durumdayız: Bunu eski “sunu biçimleri”yle idam- öldürme ceza biçimleri arasındaki paralellikler üzerinden açıklamıştık. Eski sunu biçimlerinde kurbanın başını kopartma veya boynunu kırma ; nehire veya ateşe atma ; çukura canlı olarak atma; taşlama tarzındaki kurban sunum biçimleri, sonraki insan öldürme biçimleriyle birebir uyumludur ve sonraki önceki kurban sunum biçimlerini takip ederek günümüze ulaşır.

"Toprak"la teyemmümün, ateşle veya zeytinyağı ile arınmanın, hiç de "fiziki temizlik"le en küçük bir ilgileri olamazdı. Musevilikte de, "arınma" için, "kirli olduğu" varsayılan vücuttan çok "elbise" temizliği yoluyla olduğunu görmüştük. İsa’nın Ürdün nehrinde "arındırılması", erken Assur ön topluluklarının bazılarında, kurbanın "nehire" atılmasının sembolik biçiminden başka hiçbir şey değildi. Bu arınma ile İsa, eski kimliğiyle "ölüyor" ve tamamen yeni bir şahsiyet olarak yeniden var oluyordu. Böylece eski toplum, eski kurban sunum gerçek kuralını, sembolizm yoluyla kişiyi öldürmeden aşabilmeyi sağlıyordu. Toprakla teyemmüm de, eski toplumun canlı canlı toprağa gömmek, kanının toprağa akıtmak türü kurban sunum biçiminin takipçisi olduğunu açığa verir.

Avesta'da da, "arınma"nın "daire" ( Küre, Top) kavramlarıyla ilgisini görüyor; "daire içine oturtulmuş" şahısların bir dizi sembolizmle "temizlendiği"ni görüyoruz. Bu inanç gurubunda çok önem taşıyan "daire"yi, dinsel jargon üzerinden de izlemek, yine de bir fikir verecektir.

Bu konuları, bu temellerde ele alan çok fazla çalışma bulunmuyor.

Bunları zaman içinde ele almaya çalışıyoruz.

Aşağıda, Hanefi mezhebi açısından yazılmış ve hanefilerin tanıtımı yoluyla açıklanan Şafi, Maliki, Hanbeli guruplarının konuya yaklaşımları hakkında bilgi edindiğimiz yazının devamı yer alıyor.

Bu yazılarda bir de, mümin'in ibadet sırasında karşılaştığı bir zorluğu aşmasına yardım etmek üzere oluşturulmuş "taklit" kurumuna dikkat çekmekte yarar var. Bir müminin, ibadeti sırasında karşılaştığı zorlukları aşması için oluşturulmuş olan İslami “hak mezhepler” arasında geçiş sağlayan taklit kurumu”, Tanrının aldatılması esası üzerine yükselir. Bu, bazı mezhep ve dolayısıyla toplulukların kurumsal yalancılıkla (takiyye de bunlardan birisi) neden böylesine içiçe olduğu sosyolojik sorununun bir yanını da açıklayacaktır..

***

İslam Ahlakı

M.Hadimi

Hakikat yayınları No:4

S.210-218/

Gusl Babı

Guslün farzları hanefide üç, maliki'de beş,şafi'ide iki, hanbe­lide birdir. Hanefide:

1- Bir kerre ağzına su vermek. Dişlerin arasını ve diş çukuru­nun içini ıslatmak farzdır. [Hanefi mezhebinde olan kimse, zaruret olmadan diş dolduramaz ve kaplatamaz. Takma diş yapdırır ve guslabdesti alırken, bunları çıkarıp altını yıkar. Zaruret olur­sa, dolgu veya kaplama yapdırması caiz olur. Fekat, gusl ve abdest alırken ve nemaza dururken (Şafi'i veya maliki mezhebini taklid ediyorum) diye niyyet etmesi lazımdır.]

2- Bir kerre burnuna su vermek.

3- Bir kerre cemi'i bedenini yıkamakdır. Bedenin, ıslatmasın­da harac olmıyan yerlerini yıkamak farzdır. Bedenin bir yeri, zaruri olan, ya'ni insanın yapmadığı, yaratılışda bulunan bir se­beb ile ıslatılmazsa afv olur, gusl sahih olur.

(Dürr-ül-muhtar)da diyor ki, dişler arasında veya diş çukurun­da kalan yemek, guslün sahih olmasına mani olmaz. Fetva böy­ledir. Çünki, bunların altııslanır. Kalan şey, katı ise, mani olur denildi. Doğrusu da budur. (İbnl Abidin) "rahime-hullahü teala", bunları açıklarken buyuruyor ki, (Hülasa) kitabında da, mani ol­maz. Çünki su, akıcı olduğu için, yemeğin altına sızar demekde­dir. Suyun sızmadığı anlaşılırsa, bu alimlere göre de, gusl sahih olmamakdadır. (Hilye) kitabı bunu açık bildirmekdedir. Kalan şey, ağızda ezilerek katılaşmış ise, suyu sızdırmıyacağı için, gusl sahih olmaz. Çünki, burada zaruret yokdur. [Ya'ni, kendiliğinden hasılolan birşey değildir. Bunları temizlemekde] harac, ya'ni güçlük de yokdur.

(Halebi-i sagir)de diyor ki, bir kimsenin dişleri arasında ekmek ve yemek ve başka şey artıkları varken gusl abdesti alsa, fetvala­ra göre, altına su geçmediğini zan etse bile, guslü sahih olur. Çünki su, akıcı olduğu için, altına geçer. Böyle fetva verildiği (Hu­lasa)da yazılıdır. Ba'zı alimlere göre, kalan şey katı ise, guslü ca­iz olmaz. (Zahire) kitabında da böyle yazılıdır. Esah olan da bu­dur. Çünki, altına su geçmez. Zaruret ve harac da yokdur.

(Dül'r-ül-münteka)da diyor ki, diş çukurunda yemek artığı varken, gusl eden kimsenin guslü sahih olur ve olmaz diyenler var­dır. ihtiyat olarak, yemek artıklarını önceden çıkarmalıdır. (Me­rak-ıl-felah)ın (Tahtavi) haşiyesinde diyor ki, diş çukurunda ve­ya dişleri arasında yemek artığı kalmış ise, gusl sahih olur. Çün­ki su, akıcı olduğu için, her yere sızar. Artıklar çiğnenerek sert­leşmiş ise, gusle mani olur. (Feth-ül-kadir)de de böyle yazılıdır.

(Bahr-ür-raık)da diyor ki, diş çukurunda veya dişlerin arasın­da yemek kalmış ise, gusl sahih olur. Çünki su latif olduğu için, her yere sızar. (Tecnis)de de böyle yazılıdır. Sadr-üş-şehid Hüsa­meddin, guslü sahih olmaz. Bunu çıkarıp dişin içinden suyu akıt­ması lazımdır dedi. Çıkarıp altını yıkamak ihtiyatlı olur.

(Fetava-i Hindiyye )de diyor ki, diş çukurunda veya dişleri arasında yemek artığı kalanın guslü sahih olur sözü daha doğru­dur. (Zahidi)de de böyle yazılıdır. Fekat, artığı çıkarıp, çukura su akıtmak ihtiyatlı olur. (Kadihan)da diyor ki, dişlerinde yemek ar­tığı kalanın guslü temam olmıyacağı (Natifi)de yazılıdır, bunu çı­karıp, altını yıkaması lazımdır.

(El-mecmu'at-üz-zühdiyye)de diyor ki, gerek kalil, gerek kesir olsun dişlerin arasında kalan ta'am kırıntısı, katı hamur gi­bi olup da, suyun nüfuzuna mani olursa, gusle dahi mani'dir. (Ha­lebi)de de böyle yazılıdır. (Yemek artıklarını çıkarmakda harac, zorluk yokdur. Dolgu ve kaplama ise, çıkarılamaz. Çıkarılmasın­da harac vardır) denilemez. Evet harac vardır. Fekat, insanın yap­dığı birşey haraca sebeb olunca, başka mezhebi taklid etmek için özr olur. Farzı terk etmek için özr olmaz. Farzın sakıt olması için, başka mezhebin taklid edilememesi ve bu halde, zaruret ile ha­racın birlikde bulunmaları lazımdır. (Diş doldurması veya kap­latması, diş ağrısını önlemek ve dişi telef olmakdan kurtarmak içindir. Bunun için zaruret olmaz mı?) denilirse, cevabında de­riz ki, zaruret olmak için, başka mezheb taklid edememek şart­dır.

(Gusl abdesti alırken, dişlerin yıkanması hükmü, kaplamanın ve dolgunun zahirine intikal eder) demek, islamiyyete uygun bir söz değildir. Tahtavi, (İmdad) haşiyesinde diyor ki, (Abdest al­dıkdan sonra mestlerini giymiş olanın abdesti bozulunca, abdestin bozulması ayaklara değil, mestlere intikal eder). Fıkh kitablarının, yalnız abdest almakda ve yalnız mest için söylemiş oldukları bu sözü, diş kaplatmak için, hem de gusl abdesti için söylemek, kendi tarafından uydurma fetva vermek olur.

Dolgu veya kaplama olan dişi, sık olan sakala benzetrnek de doğru değildir. Çünki, abdest alırken, sık olan sakalın dibini yıkamak mecburi' değil ise de, guslde bunun altındaki deriyi de yıkamak farzdır. (Abdest alırken sık sakal altındaki deriyi yıkamak farz olmadığı için, guslde de sık sakalın altını yıkamak farz olmaz) diyen kimse, gusl abdesti alırken, sık sakalın altını yıkamaz. Böylece bunun ve buna inananların gusl abdestleri ve dolayısıyle nemazları sahih olmaz.

Kaplamayı ve dolguyu, ayakdaki yarık içine konan merheme yahud yara ve kırık üzerine konan cebire denen tahtalara, alçı­dan kalıplara ve sargılara benzetmek de, fıkh kitablarına uygun değildir. Çünki, bunları yara ve kırık üzerinden çıkarmakda ha­rac veya zarar olunca, başka mezhebi takIid imkanı yokdur. Bu üç sebebden dolayı, altlarını yıkamak sakıt oluyor.

Şiddetli ağrı yapan çürük dişi çıkarmak, bunun yerine, çıka­rılabilen müteharrik sun'i diş, yahud yarım veya bütün damak dişler yapdırmak istemeyip de, dolgu veya kron denilen kaplama yapdırmakda insan serbest olduğu için, dolgu, kaplama veya köprü denilen sabit diş yapdırmak, zaruret olmaz. Zaruret oldu­ğunu söylemek, zaten altlarının ıslanmasının sakıt olmasına se­beb olamaz. Çünki, başka mezhebi taklid etmeleri mümkindir. Za­rüret var diyerek, fıkh kitablarına uyup, Şafi'iyi veya Maliki'i tak­Iid edenlere dil uzatmağa kimsenin hakkı yokdur.

İnsanı birşey yapmağa zorlıyan semavi sebebe, ya'ni insanın elinde olmıyan sebebe (Zaruret) denir. İslamiyyetin emr ve ya­sak etmesi ve şiddetli ağrı ve bir uzvun yahud hayatın telef olmak tehlükesi ve başka birşey yapamamak mecburiyyeti, hep zaruret­dir. Yapılan bir şeyin, bir farza mani olmasını veya haram işleme­ğe sebeb olmasını önlemenin meşakkatli, güç olmasına (Harac) denir. Allahü tealanın emrlerine ve yasaklarına, (Ahkam-ı isla­miyye) ve (Şeri'at) denir. Ahkam-ı islamiyyeden bir hükm yapı­lacağı zeman, ya'ni bir emri yaparken veya bir yasak işi yapmakdan sakınırken, kendi mezhebinin alimlerinin meşhur olan , seçilmiş olan sözlerine uyulur. İnsanın yapdığı birşeyden dolayı, alimlerin bu sözlerine uymakda harac olursa, seçilmemiş, za'if söz­lerine uyulur. Buna uymakda da harac olursa, bu hükm, başka mezhebi taklid ederek yapılır. Başka mezhebi taklid etmek de de harac olursa, haraca sebeb olan şeyin yapılmasında zaruret bulu­nup bulunmadığına bakılır:

1- Haraca sebeb olan şeyin yapılmasında zaruret bulunduğu zeman, o farzı yapmak sakıt olur.

2- Haraca sebeb olan şeyin yapılmasında zaruret yoksa [oje gi­bi] veya zaruret olduğu zeman, birkaç şey yapılabilir ve bunlar­dan harac bulunan şeyi yapmak isterse, o ibadeti sahih olmaz. Ha­rac bulunmıyan şeyi yaparak, o farzı ifa etmesi lazım olur. Zarfuret olsa da, olmasa da, yalnız harac, meşakkat bulunduğu için, baş­ka mezhebin taklid edileceği, (Fetavel-hadi'siyye)de ve (Hulasat­üt-tahkik)de ve Tahtavinin "rahime-hullahü teala" (Merak-ıl­felah) haşiyesinde ve molla Halil Es'irdinin "rahime-hullahü te­ala" (Ma'füvat) kitabında yazılıdır. Molla Halil, 1259 [m. 1843] da vefat etdi. Ağrıyan, çürüyen dişini çıkararak, takma protez veya damaklı diş yapdırmak istemeyip de, dolgu veya kaplama ya'ni kron yapdıran bir hanefi, gusl abdesti alırken, Şafi'i veya Maliki mezhebini taklid eder. Çünki, bu iki mezhebde, gusl abdesti alır­ken, ağız ve burnu yıkamak farz değildir. Şafi'i veya Maliki mez­hebini taklid etmek de pek kolaydır. Guslde ve abdestde ve ne­maza başlarken veya unutursa, nemazdan sonra, hatırladığı ze­man, Şafi'ı veya Maliki mezhebini taklıd etdiğine niyyet etmeli, ya'ni kalbinden geçirmelidir. Bu kimsenin abdestinin, guslünün ve nemazının Şafi'i veya Maliki mezhebine göre sahih olmaları la­zımdır. Şafi'i mezhebine göre sahih olması için, nikah etmesi ebedi haram olan on sekiz kadından başka bir kadının derisine kendi derisi ve kendi kaba avret yerine elinin içi değince, abdest almalı ve imam arkasında,. içinden Fatiha okumalıdır. Maliki mezhebini taklid etmek için 516. cı sahifeye bakınız! Başka mez­hebi taklid etmek, mezheb değişdirmek demek değildir. Taklıd eden bir hanefi, hanefi mezhebinden çıkmış değildir. Yalnız, o ibadetin, o mezhebdeki farzlarına ve müfsidlerine tabi olur. Vacib­lerde, mekruhlarında ve sünnetlerinde kendi mezhebine tabi olur.

Fıkh alimlerinin, gusl abdesti hakkındaki beyanları ortada dururken, diş mes'elesini, salahiyyetsiz, hatta mezhebsiz kimse­lerin yazıları ile hal etmeğe kalkışanlar işitilmekdedir. Diş doldurt­manın caiz olduğu, Sebil-ür-reşad mecmu'asının 1332 [m. 1913] senesindeki nüshasında yazılı olan fetvada bildirilmişdir diyorlar. Evvela şunu bildirelim ki, bu mecmu'a, reformcuların, mezheb­sizlerin yazıları ile doludur. Muharrirlerinden Manastırlı İsmail Hakkı, sinsi bir masondur. Bunlardan İzmirli İsmail Hakkı ise, mason olan Kahire müftisi, reformcu, Mehmed Abduha aldanan­ların başında gelmekdedir. Lise tahsilini İzmirde yapmış, İstanbulda öğretmen okulunu bitirmişdir. Din tahsili, din kültürü za'ifdir. Ittihadcıların gözlerine girerek medreselerde hoca olmuş, derslerinde ve kitabIarında, Abduhun reformcu, bölücü fikrleri­ni yaymağa çalışmışdır. Zehrlediği, sapdırdığı talebesinden Ah­med Hamdi Aksekinin (Teliik-ı mezihib) ismindeki, mezhebsiz Mısrlı Reşfd Rızadan terceme kitabına yazdığı medhiyyesi, İsmail Hakkının iç yüzünü ortaya sermekdedir.

İşte bu İsmail Hakkı, adı geçen mecmu' ada, dişleri altın tel ile bağlamanın caiz olup olmaması hakkında, fıkh alimlerinin ihtilaf­larını uzun uzun yazmış, dişlerin gümüş yerine, altın tel ile bağ­lanmasının zaruret olduğundaki alimlerin sözbirliğini bildiren kitabları, mesela (Siyer-i kebir) şerhini ileri sürerek, diş mes'ele­si bir zaruretdir demişdir. Halbuki, kendisine sorulan şey; dişlerin altın ile mi, gümüş ile mi bağlanması mes'elesi değil, dolgu ve­ya kaplması olan kimsenin gusl abdesti sahih olur mu? sualidir. İzmirli İsmail Hakkı, kendisine sorulmıyan,herkesce bilinen şeyi uzun uzun yazıp, bunun neticesini, soruya cevab olarak bil­dirmişdir. Bu hareketi, ilmde sahtekarlıkdır. Kendi görüşlerini, is­lam alimlerinin fetvası olarak yazmağa yeltenmişdir. Bu kadarı yetmiyormuş gibi, fıkh alimlerinin gusl abdestindeki yazılarını ya­zarak, kendi görüşünü bunlara benzetmekdedir. Mesela, (Bahr­de açıklandığına göre, ulaşdırmak güç olan yere suyu temas etdir­mek şart değildir) diyor. Halbuki, (Bahr) kitabında, (Bedenin, su­yu ulaşdırmak güç olan yerlerine) yazılıdır. İnsanın zaruri olarak yapdığı şeyi, insanda zaruri bulunan şeye benzetmekdir. (Dürr­ül-muhtar)ın, (Kadına başını yıkamak zarar verir ise, yıkamaz) ya­zısını, diş dolgusu olanın guslünün caiz olacağına delil gösterme­sinde de haklı değildir. Su değmesinin başa zarar vermesi, beden­de bulunan bir hastalıkdır. Dişdeki kaplama, dolgu ise, insanın yapdığı bir şeydir. Bunun içindir ki, (Dürr-ül-muhtar)da, diş çu­kurunda yemek artığı kalanın guslünün caiz olup olmaması, ay­rıca yazılmışdır.

İzmirli İsmail Hakkı, bu hiyle ve hataları ile de iktifa etme­miş, islam alimlerini kendine yalancı şahidi göstermekden çekin­miyerek, (Suyu, altın veya gümüş kaplamanın, dolgunun altına ulaşdırmak, buraları yıkamak şart değildir. Diş mes'elesinde za­ruret bulunduğu ve zaruret bulunan yerlere suyun ulaşdırılması­nın şart olmadığı, fıkh alimleri tarafından ittifakla bildiriliyor) de­mişdir. Diş kaplatmanın ve doldurtmanın zaruret olduğunu, Ha­nefi fıkh alimlerinden hiçbiri bildirmedi. Zaten fıkh alimleri ze­manında diş kaplatmak, dolgu yapdırmak yokdu. Vesika olarak ileri sürdüğü (Siyer-i kebır şerhi) tercemesinin altmışdördüncü sa­hifesinde, imam-ı Muhammed Şeybaninin "rahime-hullahü teala", dişi düşen kimsenin, bunun yerine altından diş koymasına yahud altından tel ile dişleri bağlamasına caiz dediği yazılıdır. Diş kap­latmak yazılı değildir. Bunu, İzmirli İsmail Hakkı eklemişdir. Son­radan ortaya çıkan mason din adamları, mezhebsizler, sapıklar, müslimanları aldatmak, bölücülük yapmak için, her hileye başvur­dular. Yanlış, bozuk şeyler yazdılar.

İmam-ı Muhammed "rahime-hullahü teala", sallanan dişin gümüşle bağlanacağı gibi, altın tel ile de bağlanabileceğini bildir­mişdir. Altın ile kaplamak, doldurmak caiz olur dememişdir. Bunları İsmail Hakkı gibiler, kendileri eklemişlerdir.

İzmirli İsmail Hakkının yukarıdaki yanlış ve hiyleli yazısına, o zemanki müftiler ve kıymetli din adamları cevab vermişler, hakikati ortaya koymuşlardır. Bu değerli alimlerden birisi, BoI­vadinli müderris Yunus-zade Ahmed Vehbi efendidir "rahime ­hullahü teala". Geniş din bilgisi olan bu zat, diş oyuğunu doldurt­muş olanın gusl abdestinin sahih olmıyacağında, alimlerin sözbir­liği olduğunu isbat etmişdir.

(Sebil-ür-reşid) mecmu'ası, İzmirlinin yazısının derme-çatma, hiyleli olduğunu anlamış olacak ki, (Mecmu'a-i Cedide) isminde­ki fetva kitabının 1329 [m. 1911] tarihli ikinci baskısındaki (Gusl caiz olur) fetvasını da vesika olarak eklemeği lüzum görmüşdür. Halbuki, bu fetva, bu kitabın 1299 tarihli birinci baskısında yok­dur. İkinci baskıya, ittihadcıların şeyh-ül-islamı Musa Kazım ta­rafından sokulmuşdur. Sebil-ür-reşad mecmu'ası, bir reformcu­nun yazısını bir masonun yazısı ile isbata kalkışmışdır. Hiçbir fıkh alimi, diş kaplatmağa, dolgu yapdırmağa zaruret dememişdir. Bunu yalnız mason olan din adamları ve dinde reformcular, mez­hebsizler ve vehhabi sapıklarına satılmış veya aldanmış olan din cahilleri söylemekde ve yazmakdadırlar.

Ahmed Tahtavi "rahime- hullahü teala, (Merak-ıl felah) haşi­yesinde diyor ki, (Başka mezhebIerdeki bir imama uymanın sa­hih olması için, uyanın mezhebine göre, nemazı bozan bir şeyin imamda bulunmaması, eğer varsa, uyanın bunu bilmemesi la­zımdır. Güvenilen kavl budur.

İkinci kavle göre, imamın kendi mezhebine göre, nemazı sahfh olursa, uyanın mezhebine göre sa­hih olmadığı görülse bile, buna uyması sahih olur). Ibni Abidin­de de böyle yazılıdır. Tahtavinin ve İbni Abidinin "rahime-hül­lahü teala" bu sözlerinden anlaşılıyor ki, kaplaması veya dolgu­su olmayan hanefinin, kaplaması veya dolgusu olan imama uyma­sının sahih olup olmaması üzerinde, alimlerin iki ayrı kavleri var­dır: Birinci kavle göre, kaplaması, dolgusu olmıyan hanefinin, kap­laması, dolgusu olan imama uyması sahih olmaz. Çünki, bu ima­mın nemazı Hanefi mezhebine göre sahih değildir. İkinci kavle gö­re, bu imam, Şafi'i veya Maliki mezhebini taklid ediyorsa, kap­laması veya dolgusu olan hanefinin, buna uyması sahih olur. İmam-ı Hinduvanı "rahmetullahi aleyh" böyle ictihad etmişdir. Maliki mezhebi de böyledir. Kaplaması veya dolgusu olan salih bir imamın maliki veya şafi'i mezhebini taklid etmediği bilinme­dikce, kaplaması, dolgusu olmıyan hanefiler de, bu imama uyma­lıdır. Buna, maliki veya şafi'iyi taklid edip etmediğini sormak, te­cessüs etmek caiz değildir. Bu ikinci kavl, her nekadar za'ıf ise de, harac olduğu zeman, za'if kavl ile amel etmek lazım olduğu, yukarda bildirilmişdi. Fitneye mani olmak için de, zaif kavl ile amel edileceği, (Hadika)da da yazılıdır. MezhebIere kıymet vermeyip, fıkh kitablarına uygun ibadet etmiyen kimsenin; Ehl-i sünnet olmadığı anlaşılır. Ehl-i sünnet olmıyan da, ya bid'at sa­hibi, sapıkdır, yahud, imanı gitmiş, mürted olmuşdur.

Biz, dolgu, kaplama yapmayınız demiyoruz. Yapdırmış olan kardeşlerimizin ibadetlerinin kabul olması için yol gösteriyoruz. Bunlara kolay­lık gösteriyoruz.

Gusl abdesti, onbeş nev'dir: Beşi farz, beşi vacib, dördü sün­net, biri müstehab. Farz olan gusl, hatunun hayz ve nifasdan ke­sildikde, erkeğin avrete mukarenetinde, şehvetle meni akdıkda, ihtilam olup, döşeğinde veya donunda meni görünce, kılmadığı nemazın vakti çıkmadan evvel, gusl farzdır.

Vacib olanlar: Meyyiti yıkamak, bir sabi baliğ olunca gusl et­mek ve bir arada yatan er ve avretin arasında bulunmuş olan me­ninin hangisinden olduğu bilinmese, ikisi dahi gusl etmek ve bir kimsenin üzerine bulaşmış olup da, bunun ne zemandan olduğu­nu bilmese, gusl etmek ve bir hatun çocuk getirdiğinde, kan gelmemiş olsa bile, gusl etmek. (Kan gelmişse,gusl farz olur).

Sünnet olanlar: Cum'a günü için ve bayram günleri için ve ihram vaktinde -ne niyyetle olursa olsun- ve Arafat vakti gusl et­mek. Müstehab olan gusl, bir kafir imana geldiğinde -küfr halin­de iken, cünüb ise, gusl farz olur- ve cünüb değil ise, müstehab olur.

Guslün haramı üçdür:

1- Erlerin erlere ve avretlerin avretlere, gusl vaktinde, göbe­ği altından dizinin altına kadar olan yerlerini birbirine göstermek.

2- Ala kavlin- müslimiln hatunlar, kafir avretlerine, gusl ederken, görünmek (sair vakitlerde dahi hükm yine böyledir).

3- Suyu israf eylemek.

Guslün sünnetleri, hanefide onüçdür:

1- Su ile istinca etmek.

2- Ellerini bileklerine kadar yıkamak.

3- Bedeninde hakiki necaset var ise gidermek.

4- Mazmaza ve istinşakda mübalağa etmek. Ağızda ve burun­da: ıslanmadık iğne ucu kadar kuru yer kalsa, gusl sahih olmaz. Ev­velinde nemaz abdesti almak.

5- Gusl abdesti için, niyyet etmek.

6- Her a'zasını, suyu dökünürken oğuşdurmak.

7- Evvela başına, sonra sağ, sonra sol omuzlarına üçer kerre su dökmek.

8- El ve ayak parmaklarını hilallamak.

9- Ardını ve önünü kıbleye döndürmemek.

10- Gusl ederken, dünya kelamı söylememek.

11- Mazmaza ve istinşakı üçer kerre etmek.

12- Her a'zada, sağdan başlamak.

13- Gusl etdiği yerde bevl birikiyorsa, bevl etmemek. Bu say­dıklarımızdan başka sünnetler de vardır.

(EI-fıkh-ü alel-mezihib-il-erbe'a)da diyor ki, (Cünüb olan er­keğin ve kadının, gusl abdesti almadan evvel, abdestsiz yapılması caiz olmıyan, a'mal-i şer'ıyyeden birini yapması, dört mezheb­de de haramdır. Mesela, cünüb iken, farz veya nafile nemaz kıl­ması halal değildir. Su bulamaz ise veya hastalık gibi bir sebeb ile, suyu kullanamaz ise,teyemmüm etmesi lazım olur. Cünüb iken, farz veya nafile oruc tutması sahih olur.Kur'an-ı kerimi tut­ması ve okuması haramdır. Kur'an-ı kerimi abdestsiz tutmak da halal değildir. Mescide girmesi de haramdır. Düşmandan ko­runmak için veya bir hüküm çıkarmak için, bir-iki kısa ayet oku­ması, mescidden koğa, ip, su almak için veya başka yol bulama­dığı için, girip hemen çıkması caiz olur. Dua niyyeti ile bir kısa ayet, mesela Besmele okuyabilir. Mescide girmeden teyemmüm eder.)

Su ve Ateşle Vaftizin Kaynakları

İslam’da “Kurban’ın Kusursuzluğu” ve Abdest Ediminde Arındırılan Organlar Hakkında

Kurban ve İsa'nın vaftizi...

Musevilik ve Hıristiyanlıkta ‘el-ayak yikama’ ayini