8.03.2008

Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-8

Dinsel inançların erken kökenleri söz konusu olduğunda, sanki, farklı dinler sadece birbirlerinden çalınmış bazı anlatımlara dayanıyormuş gibi, “İslam, Musevilik ve Hiristiyanlık..” denilerek bir genelleme yapılmasına karşı çıkıyoruz.

Anımsayacağımız gibi, bu tür hatalı genellemeleri yapan Erdoğan Aydın, Turan Dursun gibi yazarlarımıza, hatta sertçe, eleştirilerde bulunuyorum. Mesela Erdoğan Aydın, “Yaratılış” anlatımını kast ederek, “Bu rivayeti İ.S. 6 yüzyıl Arabistan koşullarında akılda kaldığı haliyle yineleyen Kuran…” (İslamiyet ve Bilim. S.89) derken aynı temelsiz, tahlil yoksunu, din’leri toplumsal temellerinden kopararak “Din hurafedir ve birbirinden çalma anlatımlardır” anlayışının yansıması olan sözleri bir kez daha yinelemiş olur. Oysa, her eski dinsel anlatımda, “yaratılış” ayinleri farklı biçimlerde yaşanmıştı ve işte bu nedenle de farklı bir şekilde aktarılıyordu. Eski Ahit’te birden fazla “Yaratılış” anlatımının; Kuran’da ise birden çok “yaratılış maddesi” bulunuyor olmasının nedeni buydu. “Kutsal Kitap”ların “varlık”larının ,“Su”dan, “Toprak”tan, “ol sözü”nden, “kan pıhtısı”ndan, “çamur”dan ; “yumurta”dan vb. meydana gelmesinin nedeni, anlatıcı peygamberlerin mantıksızlıkları değil, kendilerinden önceki farklı toplulukların bu tür farklı yaratılış anlatımları bulunmasıydı. Onlar, değişik anlatım veya ilahilerin giderek kaynaşmış bu farklı “madde”lerine ister istemez kendi anlatımlarında yer vermek zorunda kalmışlardı.

Kaba bir karşılaştırmayla bile, “Deveyi haram” addeden Musevilik ile “deveyi en makbul kurban kabul eden İslam” arasında tek yönlü bir çalıntı, “anımsama” olduğu edebiyatının boşluğu görülebilir. Bu tür yaklaşımlar, Erdoğan Aydın türünde yazarlarımızın dinleri uydurmalar toplamı görmelerinden ve aslında dini edebiyatın kökenlerini tanımamalarından kaynaklanıyor.

Ben sadece böyle genellemelerden kaçınmak gerektiğini söylemekle yetinmiyor, örneğin “Hıristiyanlık” içinde bile farklı ön kültür kaynakları bulunduğunu; ateş arınmacısı kült ile su arınmacısı kült arasındaki ayrımların, bu kültlerin anlamı bilindikçe ortaya çıkarılabileceğini anlatıyorum. Murat Belge, Yuhanna’nın “insan sevgisi”ni överken, aslında İncillerin her birinin içinde çok farklı ön topluluk kaynaklı motifler barındırdığından habersizdir. Fakat bunu saptayabilmesi için, bu tür motiflerin neler olduğunu; onların Akado-sammaru kaynaklarındaki varlıklarını tanıması gerekiyordu. Oysa Murat Belge, “eski doğu toplumları” deyince, en fazla “Mısır firavunlarını bilen” bir tarihçi olduğunu kendi yazılarında ortaya koyuyor zaten.

Hıristiyan dünyasına ait olarak, “Hamursuz ekmek” ile “Hamurlu ekmek” diye sunulan çelişmede de, eski “tahıl-bitki ürün sunum” ve “hayvan sunum” farkları olduğunu açıklamıştık. Doğal olarak bu ayrım, “ekmeğin” yani “yiyecek”in hamurlu veya hamursuz (etli) olmasına yol açıyordu. Eski toplumsal sunular ve dolayısıyla hayvan ve bitki totemler arasındaki farkı bilmeyenler için de, o kişiler “uzman” bile olsalar, bu tür ayrımlar “saçma”, “basit”, gülünecek düzeyde seviyesi düşük ayrımlar halinde görünürler. Oysa, eski ön topluluklar ve onların yapıları tanındıkça, bu tür ayrımların ne denli temelli olduğu da ortaya çıkacaktır. Fasulye veya Marul’u yemeyen bir dinsel inancın, domuz yemeyi günah addeden bir dinsel inanç kadar “mantıklı” ve “ciddi” olduğu görülecektir. Deveyi yemeyi günah, Çekirge yemeyi sevap addeden Museviliğin bu davranışının gerisinde, hayvan olarak Deve, Domuz, Çekirge, Kuşlar değil bu totemlere sahip toplulukların insanları olduğu anlaşıldıkça, davranışın moral ve etik kökenleri ortaya çıkacak; böylece, “tavşan”la, “eşek”, Domuzla Deve, Sığırla Ceylan karşılaştırmasının yerini, genel olarak hayvan ve bitki totem ayrışması sisteminin incelenmesi alacaktır.

Demek ki, eski dinsel inançlar ve onları uygulayan ön topluluklar, gidilebilecek en eski dönemler bakımından tanındıkça, şimdi hepsi “Hıristiyanlık” içinde toplanmış bile olsalar, “Mercimek” veya Marul”u bazı ayinlerin zorunlu yiyeceği olarak kabul edip yiyen ile onu bazı dönemlerde ve-ya genel olarak yemeyi reddeden Hıristiyan mezheplerin, tarihlerinde “ortak rivayet”lerin olduğu kadar, ortak olmayan “rivayet!”lerinin de bulunduğu açıklığa kavuşur.

Bektaşilik ile Masonluğun, Musevilik ile Nusayrilerin , Sabiilik ile Şafiliğin, Şiilik ile Aleviliğin ortak yanlarının bulunması kadar, aralarındaki farklılıkları, eski dinleri ve onların bu tür erken temel ayrımlarını tanıdıkça ortaya çıkarabileceğiz.

Bizim bu yaklaşımımıza göre “ortak bir İslam” tanımlaması bile, sorunludur. Çünkü, “hak mezhep”leri tanıdıkça, aslında İslam’ın da farklı ön kaynaklara dayandığı; “İslam içinde”ki farklı abdest, farklı namaz ve farklı ibadet biçimlerinin sadece “mezhep önderleri”nin karizmatik etkilerine bağlı olamayacağını, şeyhlerin, halifelerin canları öyle istediği için ibadetlerin farklı tarzda formüle edilmemiş olacağını göreceğiz. Bu noktada bize yardımcı olacak olan, Akado-sammaru kaynaklarıdır ve bu nedenle de dikkatlerimizi, öncelikle erken kaynaklara yöneltiyoruz. Eğer yazılarımızda bazan genellemeler yapıyorsak, bu çerçevededir.

Yeri gelmişken söylemekte yarar var. Uzun yıllar önce okuduğum Cevat Şakir’in yöntemleri ile de, benim ortak bir yanım yoktur. Onlar B. Roussel’ci “aydınlanmacı”lardır ve din olgusuna Aristo’nun, eski Musa’ların bazılarının düşleri, hayalleri, uydurmaları gözüyle yaklaşırlar.

Eski toplumu ve eski topluma ilişkin davranış nedenlerini, ekonomik ilişkiler bazında ele alarak gerekçelendirmeye çalışmak, eski tarihi salt ekonomik kategorilerle yorumlayabileceğini sanan Marksist akımın da bir yanılgısıydı.

İnsanbilim alanında yaptığım çalışmalarda, ben, eski doğal toplumsal yapılanmaların kurallarını, en erken toplum birimlerin doğal yapılarında arıyorum; başka bir yerde değil! Bu doğal yapılarda ,örnek alındığı düşünülen “doğasal”, “tabiatsal” verileri, çok önemsemiyorum. Çünkü, diyelim ki, “9 gezegen” veya “7 yıldız” onların örgütlenmesinde belirleyici ön kaynaklar değildi. Maddeci görünümlü açıklama tarzına ilişkin bu tür “doğasal” motifler, birer kaynak değil, giderek, eski gerçek uygulamaların toplumsal yapı dışına itilme dönemindeki “davranış açıklayıcı” unsurlar olarak kullanılmaya başlanmıştı. Eski toplumda “Öküze tapınma”nın nedenini, “tarımcı topluluğunun sabanını öküz çektiği için, öküz de güçlü olduğu için …” biçiminde açıklamak, bu bakımdan, bir yanılgıdır ve bir başka hayvan türüne, mesela Kuzu’ya, Sıpa’ya, Börtü-Böcek’e, Ceylan’a, Köpek’e, Tavşan’a… tapınma gerekçesini açıklamaz. Fakat ne yapalım ki, güya ateist geçmiş akımların bu tür “akılcı gerekçeler” arama işlemi, her farklı hayvan ve her farklı ürün için farklı bir “akılcı” açıklama arayışı temelinde devam etmiştir.

Topluluklar, bir ötekinden farklı olan davranışlarının nedenlerini izah etmek zorunluluğuyla karşılaştıklarında, ya bu davranışlarını artık sürdüremiyor, veya gizlemek zorunda kalıyor veya dönüştürüyor veya bazı nedenler ileri sürüyorlar. İncelemelerimizde gördük ki, topluluklar Ceylan, Marul, Fasulye, Mercimek vb. yememek için bile “gerekçe” üretebilmektedirler. Tavşanı yememek için üretilmiş gerekçelere inanmak, domuzu yememek için üretilmiş gerekçelere inanmakla aynıdır. Bunu açıkça söylemek zorundayız. Burada hayırhahlık olamaz.

Avesta’yı ve Sabiilik akımlarını incelediğimizde, mezhepler arası olduğu kadar, mezhepler içi farklı ön kaynakları da tanıma ve giderek onları birbirinden ayrıştırma olanağı bulabileceğiz.
***

Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik
Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-2Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-3Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-7