«Adem’in
Yaratılışı»nın ve «Tufan»ın Tarihleri
Musevi kaynaklarının tarih çizelge takviminde, « Âdem’in yaratılışı » ile ilgili tarihin başlangıç noktası, günümüzden 5768 yıl (veya 5765 yıl ) öncesi gibi bir tarih olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar Musevi farklı kaynaklar bu rakamları çok somut olarak ilan ediyorlarsa da, bunlara yaklaşık rakamlar olarak yaklaşabiliriz.
Aynı Musevi kaynaklara göre, Eski Ahit’te ele alınan biçimiyle «Tufan »ın da tam olarak M.Ö 2401 yılında gerçekleştiği kabul edilmektedir.
Musevi kaynaklarının tarih çizelge takviminde, « Âdem’in yaratılışı » ile ilgili tarihin başlangıç noktası, günümüzden 5768 yıl (veya 5765 yıl ) öncesi gibi bir tarih olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar Musevi farklı kaynaklar bu rakamları çok somut olarak ilan ediyorlarsa da, bunlara yaklaşık rakamlar olarak yaklaşabiliriz.
Aynı Musevi kaynaklara göre, Eski Ahit’te ele alınan biçimiyle «Tufan »ın da tam olarak M.Ö 2401 yılında gerçekleştiği kabul edilmektedir.
Musevi kaynaklarının, tarihe ilişkin bu çok somut rakam değerlerinin anlamlarını yorumlamak yerinde olacak. Çünkü arkeolojik bulgularla da doğrulanan tarihler, şimdi anlaşılan anlamıyla genel bir ‘Yaratılış’ın değil ama Mezopotamya topluluklarının ilk ittifaklarının ve bu anlamdaki ‘Yaratılış’ın, yaklaşık olarak günümüzden 6000 yıl kadar önce gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor zaten.
‘Tufan’a gelince… Sanıldığının tersine, Mezopotamya topluluklarının tarihlerinde, ilahilerin veya dini metinlerin anlattığı ‘tek’ bir ‘Tufan’ yoktur.
‘Tufan’,
‘Kıyamet’, ‘Afet’, ‘salgın hastalık’lar vb. biçimlerine girmiş olarak
tanıdığımız bu tür ritüeller, farklı boyutlarda yinelenen, kutsal ittifak
toplantıları ve bu toplantılar için ve anısına hazırlanmış insan kurban
törenleriydi. Törenlerde kullanılan insan kurban sunum biçimlerine bağlı olarak
da
«sel-su »lar baskını ; ‘kar-kış, kıyamet’, ‘yangın’, ‘salgın hastalık’
halini alarak, bize aktarılmışlardı. Gerek ‘sel-su’, ‘deniz taşkını’ veya
gerek başka tür yıkım biçimleri olsun, bunların son derece somut tarihlerde
başlayan ve somut bir süre devam eden ve yine çok somut tarihlerde son bulan
özellikler göstermesi bile, bu anlatımların açık takvimsel değerleri, sadece bu
nokta bile, anlamsız, 'doğal su taşkını olan Tufan’ yorumlarının yanlışlığı
üzerinde düşünmeyi gerektirirdi. Ve aynı zamanda, bir değil, tarihte sayısız
'Tufan'lar gerçekleşmiş olacağının saptanmasını gerektirirdi.
Musevi geleneğinin anlattığı Tufan, bunlardan sadece birisidir ve o anlatıma göre, Nuh, bu somut 'Tufan'dan sonraki yeni döneme, "üzüm yetiştiriciliği" ve "şarap üreticiliği" ile işe başlıyor ise bu tür motifler bizi, ister istemez, ayinlerinde "Üzüm kutsayıcılığı"nı hala sürdüren dini eğilimlerle ve onların tarihteki ataları ile buluşturacaktır.
Musevilerin, anlattığı işte bu erken toplulukların ‘Tufan’ıdır. Ve onların Tufan’ının ‘gemisi’nin 'Cudi dağı’na gelip oturmuş olması, « üzüm yetiştiricisi » topluluk toprakları bakımından hiç de şaşırtıcı olmaz. Bir başka 'Tufan' anlatımında ise 'gemi' Ararat 'dağı’na gelip demir atar, vb.
Eski Ahit'te aktarılan bu somut 'Tufan' için Musevi kaynaklarında ifade edilen gerçekleşme tarihi, MÖ 2100 yılları, Akado-Sammaru tarihinde ,çok somut olarak (2104+2007=) 4111 yıl öncesidir.
Musevi geleneğinin anlattığı Tufan, bunlardan sadece birisidir ve o anlatıma göre, Nuh, bu somut 'Tufan'dan sonraki yeni döneme, "üzüm yetiştiriciliği" ve "şarap üreticiliği" ile işe başlıyor ise bu tür motifler bizi, ister istemez, ayinlerinde "Üzüm kutsayıcılığı"nı hala sürdüren dini eğilimlerle ve onların tarihteki ataları ile buluşturacaktır.
Musevilerin, anlattığı işte bu erken toplulukların ‘Tufan’ıdır. Ve onların Tufan’ının ‘gemisi’nin 'Cudi dağı’na gelip oturmuş olması, « üzüm yetiştiricisi » topluluk toprakları bakımından hiç de şaşırtıcı olmaz. Bir başka 'Tufan' anlatımında ise 'gemi' Ararat 'dağı’na gelip demir atar, vb.
Eski Ahit'te aktarılan bu somut 'Tufan' için Musevi kaynaklarında ifade edilen gerçekleşme tarihi, MÖ 2100 yılları, Akado-Sammaru tarihinde ,çok somut olarak (2104+2007=) 4111 yıl öncesidir.
***
Akado Sammaru kaynaklarındaki anlatım ve ilahilerin, Mezopotamya topluluklarının gerçek tarih iskeleti üzerinde yerleştirilerek yorumlanması çok önemli. Bu çaba içinde dikkate alınmasında önemi olan, yazılı eski belgelerden birisi de Musevi din kitabı Eski Ahit; onun da « yaratılış », «Mısırdan çıkış » gibi erken dönemlerin ilişkilerini özetleyen kısımlarıdır.
Bu kitaba sadece Musacılığın « tanrı vahiylerinden oluşan» din kitabı olarak yaklaşamayız. Eski Ahit ile Akado Sammaru tablet çözümlemeleri arasındaki paralelliklere dünyada ve Türkiye’de dikkat çeken bir dizi çalışma bulunuyor zaten. Daha önce bu konuda sayın Muazzez İlmiye Çığ’ın, genelde fikir veren, bir çalışmasını da yayınlamıştık.
Musevilik hakkında bir dizi çalışma yapılmıştır ama bizim çalışmalarımızda ulaşılan sonuçlar onlardan farklıdır. Musevilik, varlığı boyunca, özellikle Musa döneminde temel dönüşümler geçirmiş olsa da temel kaynak olarak, gezgin dini görevlilere, «kitabı koruyan»lara dayanmaktadır.
Eski Ahit’te, “küçük
kardeşini öldüren büyük oğul Kâin-Kabil”, tanrı tarafından
« yeryüzünde başıboş
dolaşmakla » görevlendirilirken ve «başkaları» onu öldürmesin diye de, bir
takım 'işaretlerle' bezenmişti. Bu 'işaret’lerin alında veya başın üstünde
dövme, saç kesim biçimleri, başta taşınan takke-kippa, kolda taşınan sargı bezi
vb. ile olan ilişkilerine daha önce değinmiştik.
Tarihsel gelişmesini
izlediğimiz bu « büyük oğul »,önce kurban edilen, giderek hadım kılınan (fallus
kült dönemi) ve böylece zamanla, anasının kocasının oğulluğuna geçebilme
olanağı elde edebilmiş oğul’uydu; Tanrıya adanarak 'tanrıya ait kılınma
aşaması’nda o, 'ilk oğul’un öldürülerek kurban edilme aşamasından "tanrıya
köle edilerek" yaşatılması aşamasına geçiş döneminin 'büyük oğul’udur.
Eski kutsal anlatımlarda özel anlamıyla “insan tanrılara hizmet etsin diye yaratılmıştır" gibi ifadelerde anlatılan genel anlamıyla 'insan' değildi; büyük oğul, ilk oğul, kurban edilen, hadım edilen bu 'ilk oğul' olan "Dumu" dur ki, dini anlatımlarda 'Âdem-Adam' kavramı 'Dumu’dan elde edilmiş görünüyor. Bu yüzden de Eski Ahit'te başlangıçtaki 'adam-âdem',özel bir isim haliyle 'Âdem' değil, genel haliyle, bir varlık olarak “insan” haliyle de ele alınır. Eski Ahit düzenleyicileri aradan geçen birkaç bin yıllık süre içinde, 'ilk oğul', 'ilk dum’u, giderek 'ilk insan' haliyle yorumlayarak aktarmıştır.
Eski kutsal anlatımlarda özel anlamıyla “insan tanrılara hizmet etsin diye yaratılmıştır" gibi ifadelerde anlatılan genel anlamıyla 'insan' değildi; büyük oğul, ilk oğul, kurban edilen, hadım edilen bu 'ilk oğul' olan "Dumu" dur ki, dini anlatımlarda 'Âdem-Adam' kavramı 'Dumu’dan elde edilmiş görünüyor. Bu yüzden de Eski Ahit'te başlangıçtaki 'adam-âdem',özel bir isim haliyle 'Âdem' değil, genel haliyle, bir varlık olarak “insan” haliyle de ele alınır. Eski Ahit düzenleyicileri aradan geçen birkaç bin yıllık süre içinde, 'ilk oğul', 'ilk dum’u, giderek 'ilk insan' haliyle yorumlayarak aktarmıştır.
Bu bakımdan, Museviliğin 'ilk insan’ın yaratılış tarihi olarak
saptadığı bu tarih, eski gerçek Mezopotamya tarihinde, Dumuziler, Gılgamışlar,
Enkidumlar vb. olarak karşılacağımız 'ilk oğul', 'büyük oğul’un şekillenmeye
başladığı yaklaşık dönem olarak ele alınmalıdır.
Tanrıya ait kılınan, tanrı kulu-kölesi olan bu « büyük oğullar»ın, doğuran kadının "rahminin ilk ürünü" olan erkek çocukların, Musa döneminde, tanrı-tapınak görevlisi « Levililer » halinde örgütlenmesi işlemi; Musa’dan çok daha önce, erken dönemdeki işlemin yeniden tekrarlanmasından başka bir şey değildi.
Musa toplumunun dini Levitiklerinin düzenlenişi,( « tanrıya ait, ana rahminin ilk ürünleri ») erken dönemin, dini görevlilerinin bir bölümünün nasıl örgütlendiği hakkında fikir vericidir. Biliyoruz ki, Yakup’un «İsrael » olarak tanımı da zaten,
Tanrıya ait kılınan, tanrı kulu-kölesi olan bu « büyük oğullar»ın, doğuran kadının "rahminin ilk ürünü" olan erkek çocukların, Musa döneminde, tanrı-tapınak görevlisi « Levililer » halinde örgütlenmesi işlemi; Musa’dan çok daha önce, erken dönemdeki işlemin yeniden tekrarlanmasından başka bir şey değildi.
Musa toplumunun dini Levitiklerinin düzenlenişi,( « tanrıya ait, ana rahminin ilk ürünleri ») erken dönemin, dini görevlilerinin bir bölümünün nasıl örgütlendiği hakkında fikir vericidir. Biliyoruz ki, Yakup’un «İsrael » olarak tanımı da zaten,
« tanrının kulu-kölesi » anlamı taşımaktadır.
Musacılık’ın, Mısır’da gezgin dini görevli oluşlarına bir kanıt da, bizzat eski Ahit’te, onların Mısır’dan çıkmadan önce, Mısırlılardan altın-gümüş sadaka toplamaları işleminde de görülmektedir:
“Halkımın Mısırlılar`ın gözünde lütuf bulmasını sağlayacağım. Gittiğinizde eli boş gitmeyeceksiniz.
Her kadın Mısırlı komşusundan ya da konuğundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek. Oğullarınızı, kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz. Mısırlılar’ı soyacaksınız.” (Eski Ahit)
Eski Ahit yazarlarının, Tanrı’nın Musevi topluluğa « Mısırlıları soymak » gibi bir görev vermesi haline dönüştürerek üstlendikleri ve aktardıkları bu işlem, büyük olasılıkla, şimdi bile dini görevlilere verilen bağış, sadaka türü bir işlem olmalıydı ve Mısır’lılar, kendilerinin de kutladıkları "ilk oğul kurban törenleri" arifesinde, bu dini gezgin kesime, isteyerek bağış yapmış olmalıydılar.
Musacılık’ın, Mısır’da gezgin dini görevli oluşlarına bir kanıt da, bizzat eski Ahit’te, onların Mısır’dan çıkmadan önce, Mısırlılardan altın-gümüş sadaka toplamaları işleminde de görülmektedir:
“Halkımın Mısırlılar`ın gözünde lütuf bulmasını sağlayacağım. Gittiğinizde eli boş gitmeyeceksiniz.
Her kadın Mısırlı komşusundan ya da konuğundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek. Oğullarınızı, kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz. Mısırlılar’ı soyacaksınız.” (Eski Ahit)
Eski Ahit yazarlarının, Tanrı’nın Musevi topluluğa « Mısırlıları soymak » gibi bir görev vermesi haline dönüştürerek üstlendikleri ve aktardıkları bu işlem, büyük olasılıkla, şimdi bile dini görevlilere verilen bağış, sadaka türü bir işlem olmalıydı ve Mısır’lılar, kendilerinin de kutladıkları "ilk oğul kurban törenleri" arifesinde, bu dini gezgin kesime, isteyerek bağış yapmış olmalıydılar.
Eski Ahit yazarları, bunu « çalma-çırpma » anlamında
soygun olarak gösterirken, kendi gezgin dini çalgıcı-sihirbaz dini görevli olma
biçimindeki bu eski özelliklerini gizlemeye çalışmış görünüyorlar.
Babillilerin, Musevileri 'köle kılmalarında',onların genel olarak topraksız
bir topluluk olarak varlıklarını binlerce yıl boyunca sürdürebilmelerinde,
başlarına gelen Hitler felaketinde ‘kadere boyun eğme’lerinde, bu eski
ideolojik çekirdeğin, henüz yeterince değerlendirilmemiş yanları büyük önem
taşır.
Musevi topluluğun, öteki dinler bakımından da ‘kaynak topluluk’«ilk kitap ehli », « tanrının seçkin, seçilmiş topluluğu », « tanrının özel kulları » vb. olarak tanınmalarının da temeli, tam da Musevilerin, eski dini mirası, ötekilerden çok daha örgütlü bir tarzda alıp, günümüze taşıyabilmiş olmaları olarak görünüyor.
Daha önce muhtelif yerlerde bahsettiğimiz gibi modern dünya, Hitit, Asur, Babil hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığı dönemde de, Eski Ahit, bu eski kaynaklara dayandığı ve onları taşıyabildiği için bunlardan söz edebiliyordu. Dolayısıyla bu kitap, aslında eski tarihin bir tür aktarım tarzıdır ve bir dizi noktada, daha sonra bulunup çözümlenmiş Akado Sammaru tablet çözümlemeleriyle paralellikler taşıması, bizzat bu Musevi topluluğun da, o belgeleri, zamanla dönüştürerek, günümüze taşımış olmasındandı.Bu kitapların, basitleşmiş söylemlerine değil ama temel iskeletine “hurafe” demek,sadece Akado-Sammaru ve Hitit tarihleri hakkında tam bir bilgisizlikle mümkün olabilir.
Bu husus, aslında, kavramların ve dini anlatımların soyutlanma sürecinin izlenmesinde; erken dönem anlatımları ile M.Ö 1200/ -900 arasında şimdiki genel biçimlerine erişmiş olması gereken Eski Ahit arasındaki bağlantıların kurulmasında önemli bir noktadır.
« Zaman » olgusu, asıl olarak takvimsel değerine, erken dönemde iki topluluğun karşılıklı ittifakının başlamasıyla birlikte kavuşmuş olmalıydı. Zaten Enuma Eliş’in başlangıç kısımlarında, tanrıların “yaratılmaya” başlanması sırasında, ele ilk alınan mefhum ve ‘yaratılan’ hususlardan biri de tam da bu nedenle, « zaman »dı. O dönemdeki « zaman » kavramı «yaz ve kışın » yaratılması olarak ortaya çıkar ki bunun da « çoban » ve « çiftçi » toplum birimlerinin egemenlik dönemine denk geldiğini biliyoruz.
Musevi topluluğun, öteki dinler bakımından da ‘kaynak topluluk’«ilk kitap ehli », « tanrının seçkin, seçilmiş topluluğu », « tanrının özel kulları » vb. olarak tanınmalarının da temeli, tam da Musevilerin, eski dini mirası, ötekilerden çok daha örgütlü bir tarzda alıp, günümüze taşıyabilmiş olmaları olarak görünüyor.
Daha önce muhtelif yerlerde bahsettiğimiz gibi modern dünya, Hitit, Asur, Babil hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığı dönemde de, Eski Ahit, bu eski kaynaklara dayandığı ve onları taşıyabildiği için bunlardan söz edebiliyordu. Dolayısıyla bu kitap, aslında eski tarihin bir tür aktarım tarzıdır ve bir dizi noktada, daha sonra bulunup çözümlenmiş Akado Sammaru tablet çözümlemeleriyle paralellikler taşıması, bizzat bu Musevi topluluğun da, o belgeleri, zamanla dönüştürerek, günümüze taşımış olmasındandı.Bu kitapların, basitleşmiş söylemlerine değil ama temel iskeletine “hurafe” demek,sadece Akado-Sammaru ve Hitit tarihleri hakkında tam bir bilgisizlikle mümkün olabilir.
Bu husus, aslında, kavramların ve dini anlatımların soyutlanma sürecinin izlenmesinde; erken dönem anlatımları ile M.Ö 1200/ -900 arasında şimdiki genel biçimlerine erişmiş olması gereken Eski Ahit arasındaki bağlantıların kurulmasında önemli bir noktadır.
« Zaman » olgusu, asıl olarak takvimsel değerine, erken dönemde iki topluluğun karşılıklı ittifakının başlamasıyla birlikte kavuşmuş olmalıydı. Zaten Enuma Eliş’in başlangıç kısımlarında, tanrıların “yaratılmaya” başlanması sırasında, ele ilk alınan mefhum ve ‘yaratılan’ hususlardan biri de tam da bu nedenle, « zaman »dı. O dönemdeki « zaman » kavramı «yaz ve kışın » yaratılması olarak ortaya çıkar ki bunun da « çoban » ve « çiftçi » toplum birimlerinin egemenlik dönemine denk geldiğini biliyoruz.
O sıraya ait kültlerin kalıntısını
« ilkyaz » (Mart/ Nisan) ve «son yaz» ( Eylül/ Ekim) bayram-karnavalları olarak
görüyoruz. Bir dizi önemli dini şahsiyetlerin doğum ve ölüm günlerinin;
oruçların, bayramların vb. hep bu dönemlere denk gelmesi, bu nedenle tesadüf
değildir. Muhammed’e de 20 Nisan’ı vb.
«doğum tarihi» olarak saptamak, eski
“Yeni Yıl” temel tarihlerine bağlı bu tür dönüştürmelere bağlıdır.
Babil dönemindeki « yeni yıl »ın da «6–14 Nisan » dönemlerinde kutlandığını ve Enuma Eliş’in bu dönemde sokaklarda, tapınaklarda terennüm edildiğini biliyoruz.
Aralık-Ocak’ın ‘yeni yıl’ halinde ‘ortalama’ alınması, bu eski kült düzenine göre daha yeni bir olgudur ve gelinmesini incelediğimiz « büyük oğul » ile « küçük oğul »un, onların ön biçimi « ikizlerin », giderek «Şeytan ve Adem » topluluklarının (ittifak kurma yoluyla) tekleşmesi sürecinin ürünüdür.
Sayın M.İ. Çığ’ın da, öteki ‘Summer’ uzmanlarının görüşlerine bağlı kaldığı için çözümleyemediği ve kötü anlamlı “mitoloji” haliyle aktardığı kitaplarında Dumuzi’nin ve İnanna’nın ‘kılıktan kılığa’ giren özellikler göstermesinin nedenleri, ilgili topluluklarda karşılıklı iki Dummuzi ve iki İnanna bulunması, hatta anlatıcının durumuna göre, bazı ilahilerde İnanna ile Dumuzi’nin eşitlenmesinden kaynaklanmaktaydı. Bunun, çiftçi toplum birimin aralarında evlilik yasağı olan İnanna-Dummuzi’si ile Çoban toplum birimin İnanna-Dummuzi’si arasındaki berdel evlilik türünün geçerli olduğu döneme ait olduğuna daha önce işaret etmiştik
Erken tarihin karşılıklı ittifak döneminin yönetim düzenine yansıyışı 6 aylık devrevi iktidar haliyle yaşanmış olmalıdır. Bu yönetim tarzına « çark-ı felek düzeni» olarak; bir Dumuzi’nin 6 ay « Yeryüzünde », « 6 ay yeraltında » bulunması olarak vb. de karşılaşıyoruz. « Şar » hem 6 aylık devreyi ve hem de «yönetici »yi ifade eden bir kavramdı.
Doğal olarak bu topluluklar, kendi iktidar dönemlerinin gelişini, başlangıç ve bitiş tarihini giderek çok daha hassas ölçüler içinde takip etmeye başlamış olmalılar. Aynı şekilde, bu tarihlemenin bir ‘başlangıç’ anı, sıfır noktası da bulunuyor olmalıydı ki, « Sümer kıraliyet listesi »nde veya « Eski Ahit’in soy şecere listesinde », bunun böyle ele alınmış olduğunu görüyoruz. Orada farklı rakam değerleri kullanılmış olması ve eski rakam değerlerinin on binlerce yıllık süreler halinde farklı şekillerde çözümlenmesi, konumuzun özünü, yani Akado-Sammaru tarihinde zaman ölçülerinin birim olarak oldukça titiz bir şekilde kullanılmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Babil dönemindeki « yeni yıl »ın da «6–14 Nisan » dönemlerinde kutlandığını ve Enuma Eliş’in bu dönemde sokaklarda, tapınaklarda terennüm edildiğini biliyoruz.
Aralık-Ocak’ın ‘yeni yıl’ halinde ‘ortalama’ alınması, bu eski kült düzenine göre daha yeni bir olgudur ve gelinmesini incelediğimiz « büyük oğul » ile « küçük oğul »un, onların ön biçimi « ikizlerin », giderek «Şeytan ve Adem » topluluklarının (ittifak kurma yoluyla) tekleşmesi sürecinin ürünüdür.
Sayın M.İ. Çığ’ın da, öteki ‘Summer’ uzmanlarının görüşlerine bağlı kaldığı için çözümleyemediği ve kötü anlamlı “mitoloji” haliyle aktardığı kitaplarında Dumuzi’nin ve İnanna’nın ‘kılıktan kılığa’ giren özellikler göstermesinin nedenleri, ilgili topluluklarda karşılıklı iki Dummuzi ve iki İnanna bulunması, hatta anlatıcının durumuna göre, bazı ilahilerde İnanna ile Dumuzi’nin eşitlenmesinden kaynaklanmaktaydı. Bunun, çiftçi toplum birimin aralarında evlilik yasağı olan İnanna-Dummuzi’si ile Çoban toplum birimin İnanna-Dummuzi’si arasındaki berdel evlilik türünün geçerli olduğu döneme ait olduğuna daha önce işaret etmiştik
Erken tarihin karşılıklı ittifak döneminin yönetim düzenine yansıyışı 6 aylık devrevi iktidar haliyle yaşanmış olmalıdır. Bu yönetim tarzına « çark-ı felek düzeni» olarak; bir Dumuzi’nin 6 ay « Yeryüzünde », « 6 ay yeraltında » bulunması olarak vb. de karşılaşıyoruz. « Şar » hem 6 aylık devreyi ve hem de «yönetici »yi ifade eden bir kavramdı.
Doğal olarak bu topluluklar, kendi iktidar dönemlerinin gelişini, başlangıç ve bitiş tarihini giderek çok daha hassas ölçüler içinde takip etmeye başlamış olmalılar. Aynı şekilde, bu tarihlemenin bir ‘başlangıç’ anı, sıfır noktası da bulunuyor olmalıydı ki, « Sümer kıraliyet listesi »nde veya « Eski Ahit’in soy şecere listesinde », bunun böyle ele alınmış olduğunu görüyoruz. Orada farklı rakam değerleri kullanılmış olması ve eski rakam değerlerinin on binlerce yıllık süreler halinde farklı şekillerde çözümlenmesi, konumuzun özünü, yani Akado-Sammaru tarihinde zaman ölçülerinin birim olarak oldukça titiz bir şekilde kullanılmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Musevi
kaynaklarının tarih çizelge takviminde, «Âdem’in yaratılışı» ile ilgili tarihin
başlangıç noktası, (2012 yılı itibariyle) günümüzden 5773 yıl (veya 5769 yıl )
gibi bir tarih olarak kabul edilmektedir.
Her ne kadar Musevi farklı kaynaklar bu rakamları çok somut olarak ilan ediyorlarsa da, bunlara yaklaşık rakamlar olarak yaklaşabiliriz.
M.Ö 3761 yılı (yaklaşık), aynı zamanda Mezopotamya'da, ünlü Gılgamış'ın Uruk şehrinin egemenliği ele geçirdiği ve yeni bir dönemi açtığı yıl ile neredeyse yılı yılına, günü gününe aynıdır...
Her ne kadar Musevi farklı kaynaklar bu rakamları çok somut olarak ilan ediyorlarsa da, bunlara yaklaşık rakamlar olarak yaklaşabiliriz.
M.Ö 3761 yılı (yaklaşık), aynı zamanda Mezopotamya'da, ünlü Gılgamış'ın Uruk şehrinin egemenliği ele geçirdiği ve yeni bir dönemi açtığı yıl ile neredeyse yılı yılına, günü gününe aynıdır...
fr.wikipedia.org
Ünlü
Uruk'un kazı kalıntıları...
Kronolojik
olarak Uruk döneminin M.Ö 3500 yılı ile başlatılması ile Musevilerin
"yaratılış" tarihini M.Ö 3761 olarak hesaplamış olmaları bir tesadüf
değildir....
"Yaratılış" adı verilen bir dizi farklı ittifak ritüellerinden birisi de, Mezopotamya-Uruk'ta gerçekleştirilen törendi ve bu tören aynı zamanda Uruk egemenliği dönemini başlatmıştı.
Din kitaplarının "yaratılış" adı verdiği ittifak töreni, Uruk tarihinin bizlere bozularak ulaştırılmış bir parçasından başka hiçbir şey değildir...
"Yaratılış" adı verilen bir dizi farklı ittifak ritüellerinden birisi de, Mezopotamya-Uruk'ta gerçekleştirilen törendi ve bu tören aynı zamanda Uruk egemenliği dönemini başlatmıştı.
Din kitaplarının "yaratılış" adı verdiği ittifak töreni, Uruk tarihinin bizlere bozularak ulaştırılmış bir parçasından başka hiçbir şey değildir...
Menora ya
da Menorah, Kudüs Tapınağı'nda ve Çadır Tapınak'ta (Mişkan) zeytinyağı ile
yakılan Yedi Kollu Şamdan. Yahudilerin en eski sembollerinden biridir.
Tepside
bulunan 6 çeşit yiyecek ile "6 günlük yaratılış" anlatımı, birbirinin
devamıdır.
Tepside 6
farklı yiyecek bulunuyor.
Haftanın her bir günü, farklı din ve mezhepler için "oruç, dua, yakarma, pardon, istiğfar... günü"dür.
7 farklı toplum birim, sırayla, her gün birisi olmak üzere, ötekilere kendi toplum birim aidi insan kurbanları sunarak, bir ittifak ayini gerçekleştiriyorlardı.
İç yamyamlığı yasaklamış olan bu topluluklar için, kendi günlerinde yeme-içme yasağı oluştuğuna göre, bu yiyecekler aslında, ilgili toplulukların totem hayvan ve totem bitkileridir.
Koyun ve horoz-tavuk- yumurta dışında; marul, kabak, börülce vb. nin de totem ve kutsal sebze-meyveler olduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla, burada yenilen ve sembolik olarak mutlaka yenilmesi gereken yiyecekler, geçmiş dönemin bu ittifaka katılan 7 farklı toplum birimin totem bitkilerinden, tabu hayvanlarından başka hiçbir şey değildir...
Haftanın her bir günü, farklı din ve mezhepler için "oruç, dua, yakarma, pardon, istiğfar... günü"dür.
7 farklı toplum birim, sırayla, her gün birisi olmak üzere, ötekilere kendi toplum birim aidi insan kurbanları sunarak, bir ittifak ayini gerçekleştiriyorlardı.
İç yamyamlığı yasaklamış olan bu topluluklar için, kendi günlerinde yeme-içme yasağı oluştuğuna göre, bu yiyecekler aslında, ilgili toplulukların totem hayvan ve totem bitkileridir.
Koyun ve horoz-tavuk- yumurta dışında; marul, kabak, börülce vb. nin de totem ve kutsal sebze-meyveler olduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla, burada yenilen ve sembolik olarak mutlaka yenilmesi gereken yiyecekler, geçmiş dönemin bu ittifaka katılan 7 farklı toplum birimin totem bitkilerinden, tabu hayvanlarından başka hiçbir şey değildir...
Yezidilere
yemesi günah olan "marul", bu sofranın olmazsa olmazıdır...
Çünkü söz konusu olan, aslında bilinen "marul" değildir...
Söz konusu olan, Marul adı taşıyan bir topluluk ve o topluluğun "peygamberi", "tanrısı", "lideri"dir...
Yezidilerin yenilmesini günah kabul ettikleri marul, kabak, börülce... gibi "yeşillikler", ittifakın koyun, horoz-tavuk totemli topluluklar ile "ot gibi adamların" oluşturduğu çiftçi, yeşilci, kazma-çapa adamları olduğunu gösteriyor ki, Yezidi topluluğu hem tarımcı oluşlarıyla ve hem de eski bir dini temsil etmeleri yönüyle, Musevi tezatlığını oluşturduğu için şaşırtıcı değildir.
Çünkü söz konusu olan, aslında bilinen "marul" değildir...
Söz konusu olan, Marul adı taşıyan bir topluluk ve o topluluğun "peygamberi", "tanrısı", "lideri"dir...
Yezidilerin yenilmesini günah kabul ettikleri marul, kabak, börülce... gibi "yeşillikler", ittifakın koyun, horoz-tavuk totemli topluluklar ile "ot gibi adamların" oluşturduğu çiftçi, yeşilci, kazma-çapa adamları olduğunu gösteriyor ki, Yezidi topluluğu hem tarımcı oluşlarıyla ve hem de eski bir dini temsil etmeleri yönüyle, Musevi tezatlığını oluşturduğu için şaşırtıcı değildir.
kotomysh.livejournal.com
On mettra
trois Matsot l'une sur l'autre et on les recouvrira d'un napperon sur lequel on
aura disposé les aliments suivants:
1. ZROA : un morceau de viande rôtie, habituellement un cou de poulet
2. BETSA : un œuf dur
3. MAROR : des herbes amères, en général on utilise du raifort et de la laitue
4. 'HAROSSET : une pâte faite de noix, de poires et de pommes
5. KARPAS : on peut utiliser de l'oignon ou de la pomme de terre
6. MAROR : des herbe amères (raifort et laitue)
http://www.loubavitch.fr/.../hagada_pessah_traduite.asp
1. ZROA : un morceau de viande rôtie, habituellement un cou de poulet
2. BETSA : un œuf dur
3. MAROR : des herbes amères, en général on utilise du raifort et de la laitue
4. 'HAROSSET : une pâte faite de noix, de poires et de pommes
5. KARPAS : on peut utiliser de l'oignon ou de la pomme de terre
6. MAROR : des herbe amères (raifort et laitue)
http://www.loubavitch.fr/.../hagada_pessah_traduite.asp
Şamdanın 7
kollu, 9 kollu, 12 veya 13 kollu olması, yapılan ittifaka katılan toplum birim
sayısını ifade etmektedir.
"Yaratılış"a konu olan ittifak 7 farklı topluluk tarafından gerçekleştirildiği için, o olayın şamdanı 7 kolludur....
"Yaratılış"a konu olan ittifak 7 farklı topluluk tarafından gerçekleştirildiği için, o olayın şamdanı 7 kolludur....
Yezidiler
“Tanrı haftanın her bir gününde ayrı bir melek yaratmıştır:
Pazar günü, Melek Azrail'i yarattı. Azrail, Melek Tavus'tur, Melek Tavus bütün
“Tanrı haftanın her bir gününde ayrı bir melek yaratmıştır:
Pazar günü, Melek Azrail'i yarattı. Azrail, Melek Tavus'tur, Melek Tavus bütün
meleklerin başıdır.
Pazartesi günü, Melek Derdail'i yarattı.
Salı günü, Melek İsrafil'i yarattı.
Çarşamba günü, Melek Mikail'i yarattı.
Perşembe günü, Melek Cebrail'i yarattı.
Cuma günü, Melek Semnail'i yarattı.
Cumartesi günü, Melek Nurail'i yarattı.”
***
Her
Toplumda Farklı 'Kutsal Gün'ün temelleri
“Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta
olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.
Yedinci günü kutsadı.
Onu kutsal bir gün olarak belirledi.
Çünkü Tanrı o gün yaptığı,
Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.” (Yaratılış)
Tanrı 7. Günü Neden Kutsadı?
Yezidiler
“Tanrı haftanın her bir gününde ayrı bir melek yaratmıştır:
Pazar günü, Melek Azrail'i yarattı. Azrail, Melek Tavus'tur, Melek Tavus bütün meleklerin başıdır.
Pazartesi günü, Melek Derdail'i yarattı.
Salı günü, Melek İsrafil'i yarattı.
Çarşamba günü, Melek Mikail'i yarattı.
Perşembe günü, Melek Cebrail'i yarattı.
Cuma günü, Melek Semnail'i yarattı.
Cumartesi günü, Melek Nurail'i yarattı.”
***
Eski toplumda 7. gün yasağı, bir ‘tatil’ değil, "Yaratılış" ayini veya "Yaratılış ittifak toplantısı"na katılmış olan 7 farklı toplum birim'in, her birisinin kendi kurban/ölülerine ağladığı bir ayin günü; bir yas günü; bir yiyecek yasağı günüdür.
Ve o eski toplumun o ‘yaratılış’ eylemine katılmış toplulukların hepsi, sırasıyla bu nedenle, bir haftalık günleri daha o zamandan aralarında "yas günü" olarak paylaşmış görünüyorlar.
**
Eski Ahit
Mısır'dan Çıkış
Birinci ve yedinci günler kutsal toplantı yapacaksınız. O günler hiçbir iş yapılmayacak. Herkes yalnız kendi yiyeceğini hazırlayacak.
Yedi gün mayasız ekmek yiyecek, yedinci gün RAB`be bayram yapacaksınız.
Size Şabat Günü’nü verdim. Bunun için altıncı gün size iki günlük ekmek veriyorum. Yedinci gün herkes neredeyse orada kalsın, dışarı çıkmasın.
Altı gün ekmek toplayacaksınız, ama yedinci gün olan Şabat Günü ekmek bulunmayacak.
“Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta
olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.
Yedinci günü kutsadı.
Onu kutsal bir gün olarak belirledi.
Çünkü Tanrı o gün yaptığı,
Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.” (Yaratılış)
Tanrı 7. Günü Neden Kutsadı?
Yezidiler
“Tanrı haftanın her bir gününde ayrı bir melek yaratmıştır:
Pazar günü, Melek Azrail'i yarattı. Azrail, Melek Tavus'tur, Melek Tavus bütün meleklerin başıdır.
Pazartesi günü, Melek Derdail'i yarattı.
Salı günü, Melek İsrafil'i yarattı.
Çarşamba günü, Melek Mikail'i yarattı.
Perşembe günü, Melek Cebrail'i yarattı.
Cuma günü, Melek Semnail'i yarattı.
Cumartesi günü, Melek Nurail'i yarattı.”
***
Eski toplumda 7. gün yasağı, bir ‘tatil’ değil, "Yaratılış" ayini veya "Yaratılış ittifak toplantısı"na katılmış olan 7 farklı toplum birim'in, her birisinin kendi kurban/ölülerine ağladığı bir ayin günü; bir yas günü; bir yiyecek yasağı günüdür.
Ve o eski toplumun o ‘yaratılış’ eylemine katılmış toplulukların hepsi, sırasıyla bu nedenle, bir haftalık günleri daha o zamandan aralarında "yas günü" olarak paylaşmış görünüyorlar.
**
Eski Ahit
Mısır'dan Çıkış
Birinci ve yedinci günler kutsal toplantı yapacaksınız. O günler hiçbir iş yapılmayacak. Herkes yalnız kendi yiyeceğini hazırlayacak.
Yedi gün mayasız ekmek yiyecek, yedinci gün RAB`be bayram yapacaksınız.
Size Şabat Günü’nü verdim. Bunun için altıncı gün size iki günlük ekmek veriyorum. Yedinci gün herkes neredeyse orada kalsın, dışarı çıkmasın.
Altı gün ekmek toplayacaksınız, ama yedinci gün olan Şabat Günü ekmek bulunmayacak.
Altı gün çalışılacak; ama yedinci gün RAB`be adanmış Şabat`tır, dinlenme günüdür. Şabat Günü çalışan herkes kesinlikle öldürülmelidir.
Şabat Günü konutlarınızda ateş yakmayacaksınız.
Yedinci gün bazıları ekmek toplamak için dışarı çıktı, ama hiçbir şey bulamadılar.
Böylece halk yedinci gün dinlendi.
Ama yedinci gün bana, Tanrın RAB`be Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız.
Çünkü ben, RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü`nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim.
Altı gün çalışacak, yedinci gün dinleneceksiniz. Böylece hem öküzünüz, eşeğiniz dinlenir, hem de kadın kölenizin oğulları ve yabancılar rahat eder.
Altı gün çalışılacak; ama yedinci gün RAB`be adanmı Şabat`tır, dinlenme günüdür. Şabat Günü çalışan herkes kesinlikle öldürülmelidir.
Bu, İsrailliler’le benim aramda sürekli bir belirti olacaktır. Çünkü ben, RAB yeri göğü altı günde yarattım, yedinci gün işe son verip dinlendim.`”
Altı gün çalışacak, yedinci gün dinleneceksiniz. Ekim, biçim vakti bile olsa dinleneceksiniz.
Şabat Günü`nü* kutsal sayarak anımsa.
İsrailliler, sonsuza dek sürecek bir antlaşma gereği olarak, Şabat Günü`nü kuşaklar boyu kutlamaya özen gösterecekler.
**
http://209.85.135.104/search?q=cache:fWbbSeMZmF8J:www.akmb.g
“Çarşamba suri”
Nevruz kutlamalarında özellikle İran gelenekleri Anadolu’da ve Orta Asya’da etkili olmuştur. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde Nevruz kutlamaları şu şekilde yapılmaktadır: Nevruz’dan on beş gün kadar önce çeşitli kaplarda suyun içinde buğday filizlendirilir. Yeni elbiseler giyilir. Temizlik yapılır ve eşyalarının eskileri atılarak yeni eşyalar alınır.
“Çarşamba suri” denilen yılın son Çarşambası evvelinde, Salı gecesi törenler başlar. Meydanlarda kuru çalı ve dikenlerden ateşler yakılarak bu ateşlerin üzerinden kadın, erkek, genç, yaşlı herkes atlar.
Yılın son Çarşambası ise bir nevi “kara Çarşamba” olarak kabul edilir. Bu törenler sırasında sofralarda “S” harfi ile başlayan 7 şeye yer verilir. Bunlar sumak, sebze, sirke, sıncıd (iğde), semena (buğdaydan yapılmış bir tür tatlı) ve sikke (altın para) dır.
Yine yılın bereketli geçmesi isteğiyle sofraya mum, Kur’an-ı Kerim,ayna, kırmızı balık, elma, un, pirinç, boyanmış yumurta vs. konur.
Bayram tebriği, akraba ziyaretleri ile devam eden Nevruz tam 13 gün sürer. Ardından kır gezmelerine çıkılır. Kızlar dilekte bulunarak suya 13 taş atarak önceden çimlendirilen buğdayları suya bırakırlar.
Esasen Hristiyanların “Paskalya Bayramı” da bir yönüyle Nevruz törenlerini andırır. Paskalya, Hristiyanlarca ilkbaharın gelişi ve Hz. İsa’nın ölüp dirildiği gün oluşu sebebiyle kutlanır.
**
Yezidi İnançları...
Yezidilik
http://www.nationalgeographic.com.tr/ngm/konu.asp...
Türkiye'de Viranşehir, Mardin–Midyat ve Batman'ın köylerinde yaşayan Ezidiler, gelenek ve sosyal yapılarıyla farklı bir kültüre sahip.
Bunun üzerine cemaat mavi renk giymeyi reddeder.
Ezidi inancı kendi içinde bir dizi yasaklamayı ve düzenlemeyi barındırıyor: Çarşamba günleri banyo yapma yasağı, kadınların beyaz iç çamaşırı giyme zorunluluğu veya lahana ve marul yemenin yasaklanması akla ilk gelen örnekler....
**
Yezidi,Rum ve Ermeni ortodoks dinlerinde bazı kutsal / yasak yiyecekler
Yeniköy 'de Paskalya zamanı (II)
http://www.hurriyet.com.tr/agora/article.asp?sid=4&aid=1951
“Son Perşembe”
“Perşembe günü,yumurtaları soğan kabuğuna yatırdık.
Soğuduktan sonra, zeytinyağı ile parlatıyoruz.
Ama, aslı soğan kabuğu.”
“Akşam yemeğinin mönüsü fikstir; yeşil mercimek yenir. Bu arada, 5-10 tane yumurta eve bırakılıyor, başka kimseye dağıtılmıyor. Büyüklerimiz ‘Evin bereketi bu yumurtalar... derler hep. .
PERŞEMBE GECESİ NİÇİN MERCİMEK?
Hıristiyanlar "Paskalya'da, "İsa"nın öldükten sonra dirilişi"ni, ruhunun göğe yükselişini kutluyor. Büyük Perhiz’i izleyen bir bayram bu. Bazı Hıristiyanlar, Paskalya'yı 40 gün, çoğunluğu 7 gün oruç tutarak karşılıyor. Hıristiyan orucunda hayvan eti ve hayvan türevi gıdalar yasak. Pascal öncesi perşembe ve- cuma günleri nebatî yağ da yasak.
İsa Peygamber, perşembe gecesi havarilerle son yemeğini yiyor. Yemekte mercimek var. Bunun için perşembe gecesi "mercimek" pişiriliyor. Paskalya çöreği hazırlanıyor. Yumurtalar kırmızıya boyanıyor. Mercimek perşembe gecesi yeniliyor ama yumurtaya ve çöreğe cumartesi gecesine kadar dokunulmuyor.
Cuma günü perhiz tutuluyor; et ve hayvansal gıdalar yenmiyor. Cumartesi gecesine dek yas tutuluyor. Cumartesi gecesi, gece yarısına doğru tüm cemaat kiliseleri dolduruyor.
Tam saat 24.00' te herkes bir mum yakarak İsa'nın dirilişini kutlamaya başlıyor. Gece yarısından sonra eve dönüldüğünde, kırmızı yumurta tokuşturuluyor. Paskalya günü pazar günüdür Öğle yemeği için zengin bir sofra kuruluyor. Saç örgüsü biçiminde yapılan Paskalya çöreği ise günün vazgeçilmez yiyeceği!...
**
http://toplumvetarih.blogcu.com/.../2707054