19.09.2013

Eski Ahit'in "Yoktan Yaratma" Çevirileri Hatalı!

Tevrat'ın Hatalı Çevirileri Üzerine...

Ne bir Tanrı var,
Ne de evreni bir tanrı yarattı!

Akado-Sümer tablet yazılarına dayandırılmış ilahi metinlerinin Eski Ahit'teki evrilmesini ve dönüşümlerini çoktandır izlemeye çalışıyoruz.

Onlarda “Dünya”, “Cennet”, “Yer”, “Gök” gibi bazı temel kavramların zaman içinde ulaştıkları anlam bozulmalarına da dikkat çekiyoruz.

Akad ve Sümer olarak adlandırılan toplumlar, zaten "Yer/dünya toplulukları" ve "Güneş/Gök/Ateş toplulukları" olarak da adlandırılabilirler. İlahilerde, "Yer ve Gök birbirinden ayrıldı" türünden kalıpsal sözleri gördüğümüzde anlaşılması gereken tarihsel olay, Sümer ve Akad adı verilen toplulukların birbirlerinden ayrıştırılması ve bu ayrıştırma temelinde bölgede yeni bir ilişki düzeni yaratılmasıydı. Eski ilahiler bu tarihsel olayları oldukça gerçekçi olarak ve fakat giderek soyutlanmış bir halde ve "Yer'in Gök'ten ayrılması", "Yedi kat Gök kurulması" vb. sözlerinin ardına gizlenmiş olarak aktarmaktadırlar.

Mezopotamya kaynaklı dinsel ilahilerin bütün bu anlatımları, gerçekte yaklaşık olarak MÖ 3500/5000 yılları arasındaki gerçek tarihin oluşum biçimlerine dayanmaktadır. Musevi takviminin "evrenin yaratılışı"nı 5700 yıl öncesi olarak (yaklaşık) temel almasının sebebi de, bu dinlerin çıkış noktası olarak erken Mezopotamya tarihçesini temel almasından ötürüdür. Bu tarihleme de yaklaşık olarak İ.Ö 3700 'lü yıllardan itibaren bir anlatıma dayanmakta olduğumuzu gösteriyor.

Avrupa aydınlanmacılığı ve ona dayanan bizim aydınlanmacılığımız, Eski Ahit'in ve ona dayanan öteki dinsel kitapların, öncesini bilemedikleri ölçüde, sözlerinin “bilim dışı”, “anlamsız”, “mantıksız” olduğu iddiasına göre kendini şekillendirdiği için, bu dinsel metinlerin, hangi nedenle, “Tanrının yaban otunu ve yağmur yağdırmayı unuttuğu” vb. gibi kalıpsal formülleri kullandığını hiç bir zaman ciddi olarak düşünmemiş ve bunun anlamlarını eski Mezopotamya toplumlarının tarihçesinde, ananelerinde aramaya yönelme olanağı bulamamıştır. Onlar Eski Ahit'te bir tür tarih anlatımı bulamamışlar ve neredeyse sadece "saçmalık", "anlamsızlık", "mantıksızlık"lar toplamı keşfedebilmişlerdir. Mesela Erdoğan Aydın'ların "bilimsel" olduğu ileri sürülen kitaplarında, erken Mezopotamya tarihine ilişkin dişe dokunur her hangi bir ön birikim olmadığı çok açıktır. Ama bu arkadaşımız, erken Mezopotamya tarihi hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı halde, bu tarihi dönemin dinsel çizgisinin dönüşümüne dayandığı belgelerle sabit olan Eski Ahit'i ve-ya Kuran'ı "bilimsel olarak" inceleyebileceği kuruntusunu taşımaya devam ediyor. Öncesi bilinmeyen bir olgunun "incelenmesi", her şeyden önce tarihsel metodoloji bakımından bile işe yarayabilir değildir.

Eski Ahit'in tarihsel değeri bütün dinsel yazıt içinde o denli açıktır ki, onun sonraki bölümlerinin neredeyse salt tarih anlatımından oluşuyor olması olgusu, aslında, Eski Ahit'in en erken başlangıç bölümlerinin de oldukça soyutlanmış erken döneme ilişkin bir tarih aktarım tarzı olabileceğini düşündürmeliydi.

En azından biz, Eski Ahit'in "yaratılış" adı verilen ilk bölümlerinin kalıpsal yapısını, erken Akado-Sammaru ilahilerinde buluyor ve deyimsel ve ritüel bağlantıları ortaya koymaya çabalıyoruz. Buna göre, o tarihsel anlatım biçimlerinde, hem ortada şimdi anlaşılan anlamıyla yoktan var edici tek bir tanrı yoktu ve hem de şimdi anlaşılan anlamıyla “yoktan var edilen”ler!

İlahilerde zaman içinde kullanılan “Var etme” fiili, olguları ve toplum birimleri “sınıflama”, onlara “ad verme”, onları “ad vererek tanımlama” anlamlarında kullanılıyordu ve bu zeminde toplum birimlerin birbirlerini "karşılıklı tanınma"ları yani "ittifak kurma" edimleri vardı. Toplum birimler işte bu edimleri ve kavrayışı, ilahilerde daha sonra “yaratma”, "yoktan var olma", "örneği olmayan ilk yapılanma" vb. olarak tanımlamaya başlayacaklardı.

Profesör Ellen Van Wonde, eski tarihe ve o tarihin yaklaşımlarını ifade eden dinsel ilahilere dayanan erken dönem Musevi belgelerine, dil bilimi ve akademik objektiflik temelinde yaklaşılması halinde, varılması kaçınılmaz bazı sonuçları ortaya koymaktadır.

Daha önce Türkçe özeti gazetelerde yer alan haber, bu yönüyle, bir Eski Ahit araştırıcısının da tanıklığını ortaya koyduğu için, oldukça önem taşıyor.

15 Ekim 2009


15 Ekim 2009

Profesör Ellen Van Wolde tarafından ifade edilen tezler, bir tanrının varlığını ve onun "yaratma" işlevini öngörmeye devam ettiği için , henüz sadece içinde bazı doğru adımlar içermenin ötesine gidebilmiş sayılmaz.

Eski Ahit'in "Yaratılış" anlatımı, erken Mezopotamya toplumlarının karşılıklı ilişkisinin ve Kuzey Mezopotamya (Yukarı, Gök) ile Güney Mezopotamya (Aşağı, Yer/Dünya) coğrafi yapılanmasının deforme edilmiş anlatımına dayanmaktadır.Tam da bu nedenle, bir varyanta göre, Tanrı'nın Adem'i, hayvanları ve-ya bitkileri "Toprak"tan (aslı "Aşağıdan" yarattığı yazılıdır. O anlatıma göre her şeye kadir olması gereken Tanrı, yine de, yaratmak istediği her şeyi "Toprağa/Kara'ya/Dünya'ya,Aşağıya" emrederek yarattırır!

Dikkatli bir şekilde incelenmesi halinde, Eski Ahit'in bu bölümünün "Yoktan var etme" tezini doğrulayan bir özellik taşımadığı ve taşıyamayacağı görülmektedir.


                       Akademik çevre, Tanrı Yaratan değil, diyor.

İngilizce’den çeviren: A.Cengiz Büker(*)

Yüksek dereceli bir akademisyen, Tanrı’yı ‘Herşeyi Yaratan Yaratıcı’ olarak görme düşüncesinin yanlış olduğunu söylüyor, ona göre Kutsal Kitap( ¹ ) binlerce yıldan beri yanlış tercüme edilmektedir.

Saygın bir yazar ve Eski Ahit (Eski Antlaşma / Tevrat) Bilgini olan Profesör Ellen Van Wolde, Yaratılış (Tekvin) bölümünün ilk cümlesinin “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri yarattı” biçiminde tercüme edilmesinin doğru bir çeviri olmadığını iddia ediyor.

Kendisi temel metinlerin yeni baştan çözümleme ve analizlerini yaparak, bu araştırmalarının sonucunda Büyük Kitabın yazarlarının hiç de Tanrı’nın dünyayı yarattığını ileri sürmediği vargısına ulaştığını, ve Kitap’ta Tanrı’nın insanları ve hayvanları yoktan var ederken Yer’in (Arz’ın) zaten orada durup durduğunun anlatıldığını iddia ediyor.

Hollanda’da çalışmalarını yaptığı Radboud Üniversitesi’ne bu konudaki tezini sunmaya hazırlanan, 54 yaşındaki Bayan Prof. Van Wolde, kendisinin orijinal İbranice metni yeniden analiz ettiğini ve bu metni bir bütün olarak ve Eski Mezopotamya’daki başka yaratılış öyküleri bağlamında Kutsal Kitap’taki yerine yerleştirdiğini söylüyor.

Araştırmalarının sonunda vardığı yargıya göre, adı geçen ilk cümlede kullanılan İbranice “bara” fiili “yaratmak” anlamına gelmeyip, “spasyal (uzamsal / uzaysal) olarak birbirinden ayırmak” anlamına gelir.

Öyleyse bu birinci cümle artık “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri birbirinden ayırdı” olarak anlanmalıdır.

Oysa, bilindiği gibi, Yahudi-Hıristiyan geleneklerine göre Tanrı, Yer’i / Dünya’yı yoktan var etmiştir.

Önceleri İtalyan Üniversite Öğretim Üyesi ve romancı Umberto Eco ile birlikte akademik çalışmalar yapmış olan Prof. Van Wolde’nin dediğine göre, yaptığı yeni çözümlemeler (analizler) Kutsal Kitap’ın başlangıcının zamanın başlangıcı olmayıp, yalnızca bir “anlatının” başlangıcı olduğu sonucunu vermektedir.

Prof. Van Wolde diyor ki: “Bu cümleyle söylemek istenen, Tanrının Dünya’yı değil, zaten var olan Dünya’nın üstünde insanları ve hayvanları yarattığıdır.”

Prof. Van Wolde yayınladığı “tez”inde, bu yeni çevirinin eski metinlerle tıpatıp uyuştuğunu ileri sürmektedir.

Prof. Van Wolde, “eski metinlere göre, çok büyük bir su kitlesi vardı, bu suyun içinde canavarlar yaşıyordu, her şey karanlıkla çevriliydi” diyor.

Kendisi, teknik olarak, evet “bara” yaratma anlamına gelir, diyor, fakat, “kullanılan bu fiilde bir yanlışlık vardı” diye ekliyor.

“Tanrı özne idi (Tanrı yarattı) ve arkasından iki ya da daha fazla nesne geliyordu.” diyor, “Peki, Tanrı niçin bir tek şey ya da bir tek hayvan / canlı yaratmayıp da, daima daha daha çoğunu yarattı?”

“Öyleyse” diyor Prof. Van Wolde, “Tanrı yaratmadı, ama ayırdı; Yer’i Gök’ten, karayı denizden, deniz canavarlarını kuşlardan ve yerdeki sürülerden.”

Prof. Van Wolde’ye göre,“Su zaten vardı.”

“Deniz canavarları vardı. Evet, Tanrı bazı şeyler yarattı, ama bu yarattıkları Gök ve Yer değildi. Genel olarak kabul edilen ‘yoktan var etme’, (Latince:) ‘creatio ex nihilo’ düşüncesi büyük bir yanlış anlamadır. “

Ona göre, “Tanrı sonradan geldi ve, suyu karadan ayırarak Dünyayı (Yer’i / Arz’ı) yaşanabilir yaptı ve karanlığa ışık getirdi.”

Prof. Van Wolde, vardığı sonucun “sağlam bir tartışma açacağını umduğunu, çünkü bulgularının sadece yeni bir şey olmadığını, fakat yine de bu bulgularının birçok dindar insanın yüreklerine dokunacağını” söylüyor.

Diyor ki: “Belki aslında bu düşünce beni bile incitiyor; çünkü ben kendimi dindar sayarım ve Yaratan benim için, güven veren bir kavram olarak, çok özeldir; bu güven duygusunu yitirmek istemem.”

Radhoud Üniversitesi’nin yetkili bir sözcüsü de: “Bu yeni yorum bizim bildiğimiz Yaratılış öyküsünü tümüyle sarsacaktır” demiştir.

Prof. Van Wolde sözlerine şunu da ekliyor: “Geleneksel Tanrı görüşü artık tutarlı değil.”

http://www.telegraph.co.uk/...



Eski kutsal kil tablet metinlerine dayanan Eski Ahit, kendi mantığına uygun olmasa bile, bu nedenlerle, Su’ları “var kabul eden” bir Yaratılış metnini aktarmaktaydı. En azından "su", o "yaratılış" anlatımında hiç "yaratılmaz"!

Eski Ahit’in "yaratılış" metninde var olduğundan yola çıkılan Su olgusuyla, “Yok ediş” olarak anlatılan Tufan sırasında yeniden karşılaşıyoruz.

Tanrı:
"Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım, çünkü onları yarattığıma pişman oldum »

diyerek bir Tufan yapmak istediğinde, onları “Su’da boğarak” öldürmeyi benimseyecektir.

Birçok ayrıntıyı açıklayan Tanrı’nın İnsanlarla birlikte, “hayvan, sürüngen ve kuşları” da kapsayan “Tufan cezası”nı uygularken, onları neden mutlaka “Su’da boğma” yoluyla öldürmeyi tercih etmiş olduğuna ilişkin bir açıklaması bulunmamaktadır.

“Su’da boğma” yoluyla cezalandırma tercihinin anlamını, eski toplumu anlamaya çalışarak, eski ceza biçimlerinin anlamlarını ortaya çıkararak, cehennemin kaynar su motiflerini inceleyerek, vb. bizim ortaya çıkarmamız gerekmektedir.

Din bilginlerimizin ve kötü anlamlı “aydınlanmacı” araştırıcılarımızın pek ele almadığı ve yazılı metin ile kutsal mantık arası uyuşmazlık yaratan bu kavramların Sümer kayıtlarındaki başlangıç anlamlarını ortaya çıkardığımız ölçüde, eski toplumun yapısı ve işleyiş düzeni berraklık kazanacaktır. 

Bu çaba, Kutsal kitapların metinsel dayanaklarının doğrudan doğruya Sümer-Akkad kaynakları olduğunun da açıklanmasını sağlar.