Eski Tabletlerde Sinek kavramı ve
İslam'ın Sinekleri
Aşağıda İlhan Arsel’in, “İslam’da sinek idraki” konulu yazısından bir bölüm aktarıyorum.
Bunları aktarma sebebi, İlhan Arsel’in yorumlarının doğruluğunu veya yanlışlığını göstermek değil; her şeyden önce, onun çalışmalarının son derece yüzeysel olduğunu göstermeye çalışmak...
Bay Arsel’in bütün İslam eleştirisi, kendini günümüzün normal, az çok eğitimli bir vatandaşı yerine koyarak, İslami çerçeve içinde kalarak, İslami metin ve yorumlarda kullanılan bütün kavram ve kurum adlarını sadece günümüzün değerleri temelinde ele alarak yapılır... Meşhur “Sinek” konusu da böyle...
Elbette, İslam’ın ‘sinek’ etrafında kurduğu, sineğin bir kanadı hastalık, öteki şifa dağıtır vb. türünden dini kurgularının savunulması mümkün değil... Burada söz konusu olan, bu dinlerin neden böyle söylüyor olduklarını anlamaya çalışma çabasıdır. Bir kez anlarsanız, bu dinler zaten bir bakıma kendiliğinden eleştirilmiş de olurlar.
Burada Muhammed’i eleştirmenin de pek getirisi yoktur, çünkü bizzat Muhammed, kendisinden en az 4 bin yıl önceki deyim, kavram, kurum ve bunların zaman içindeki ruhani dönüşümlerinin sürdürücülerinden sadece birisidir. Bizim İslami kavramları erken Mezopotamya toplumlarının bağrında arama çalışmamız, Muhammed’in anlaşılmasına, dolayısıyla eleştirilmesine de bir katkıdır.
Muhammed’in ‘sinek’te kutsallıklar bulması, önceki anlatımlara dayandığı içindi ve hiç bir şekilde, örneğin bizim şimdi çözümleyip tanıdığımız tabletlerde, erken Tufan anlatımlarında vb. ‘sinek’in bir başka anlamda kullanılmış olabileceğini bilme olanağı da yoktu. Kendi döneminde Muhammed, tıpkı öteki insanlar gibi, ‘Sinek’ kavramını, günümüzdeki anlamıyla, “karasinek, sivrisinek” olarak algılıyor; erken tarihte “sinek”in ( tıpkı ‘arı’, ‘akrep’, ‘çekirge’ vb. gibi…) başka anlamlarda kullanılmış ‘sinek’in “kutsal kişilik” özelliklerini, basbayağı hayvan sinek’lere uygulamaya çalışıyordu.
Bu tutum sadece ona ait değildir ve bütün peygamber ve dini şahsiyetler, temellerini bilemeyecek oldukları eski tarihteki eski topluma dayanan bu tür kavram veya deyimleri, kendi dönemlerinde en uygun şekilde yorumlanıp nasıl aktarılabilirse, öyle aktarıp tanıtmışlardır. Bu zaten, dini sürecin şekillenmesi de demektir aynı zamanda.
Aşağıda İlhan Arsel’in, “İslam’da sinek idraki” konulu yazısından bir bölüm aktarıyorum.
Bunları aktarma sebebi, İlhan Arsel’in yorumlarının doğruluğunu veya yanlışlığını göstermek değil; her şeyden önce, onun çalışmalarının son derece yüzeysel olduğunu göstermeye çalışmak...
Bay Arsel’in bütün İslam eleştirisi, kendini günümüzün normal, az çok eğitimli bir vatandaşı yerine koyarak, İslami çerçeve içinde kalarak, İslami metin ve yorumlarda kullanılan bütün kavram ve kurum adlarını sadece günümüzün değerleri temelinde ele alarak yapılır... Meşhur “Sinek” konusu da böyle...
Elbette, İslam’ın ‘sinek’ etrafında kurduğu, sineğin bir kanadı hastalık, öteki şifa dağıtır vb. türünden dini kurgularının savunulması mümkün değil... Burada söz konusu olan, bu dinlerin neden böyle söylüyor olduklarını anlamaya çalışma çabasıdır. Bir kez anlarsanız, bu dinler zaten bir bakıma kendiliğinden eleştirilmiş de olurlar.
Burada Muhammed’i eleştirmenin de pek getirisi yoktur, çünkü bizzat Muhammed, kendisinden en az 4 bin yıl önceki deyim, kavram, kurum ve bunların zaman içindeki ruhani dönüşümlerinin sürdürücülerinden sadece birisidir. Bizim İslami kavramları erken Mezopotamya toplumlarının bağrında arama çalışmamız, Muhammed’in anlaşılmasına, dolayısıyla eleştirilmesine de bir katkıdır.
Muhammed’in ‘sinek’te kutsallıklar bulması, önceki anlatımlara dayandığı içindi ve hiç bir şekilde, örneğin bizim şimdi çözümleyip tanıdığımız tabletlerde, erken Tufan anlatımlarında vb. ‘sinek’in bir başka anlamda kullanılmış olabileceğini bilme olanağı da yoktu. Kendi döneminde Muhammed, tıpkı öteki insanlar gibi, ‘Sinek’ kavramını, günümüzdeki anlamıyla, “karasinek, sivrisinek” olarak algılıyor; erken tarihte “sinek”in ( tıpkı ‘arı’, ‘akrep’, ‘çekirge’ vb. gibi…) başka anlamlarda kullanılmış ‘sinek’in “kutsal kişilik” özelliklerini, basbayağı hayvan sinek’lere uygulamaya çalışıyordu.
Bu tutum sadece ona ait değildir ve bütün peygamber ve dini şahsiyetler, temellerini bilemeyecek oldukları eski tarihteki eski topluma dayanan bu tür kavram veya deyimleri, kendi dönemlerinde en uygun şekilde yorumlanıp nasıl aktarılabilirse, öyle aktarıp tanıtmışlardır. Bu zaten, dini sürecin şekillenmesi de demektir aynı zamanda.
Burada garip olan ve yapılmaması gereken, onları eleştirenlerin, eski dini kavramlara şimdiki değerleri ile yaklaşmanın yeterli olabileceğini düşünebilmeleridir. Bu yüzden de dini metinlerde ‘bir dizi gariplik’ bulurlar ve inançlıların nasıl olup da bu metinlere inandıklarına şaşırma ötesine geçemezler.
Hıristiyan toplumundaki tanrı tanımazlar da aynıdır. Türk aydınlarının çoğunun da kumaşı zaten aynı bezden kesilidir. Bunun en doğal neticesi, ‘aptal halk’, ‘cahil ahali’dir ve mesela Aziz Nesin’de olduğu gibi, “akıllı” üzerine provokatif yüzde oranlarına kadar dayanır. Tanrı, aklı tek bu bir avuç aydına vermişti!
Nihilizmin bu türü, sadece Türkiye’ye, ittihatçılığa, Kemalizm’e, sol’culuğa has değil. Dünya çapında dar kavrayışlı aydın özelliği. En ‘aydın’ olan ‘aydınlanma’ çağının bütün farklı eğilimlerinde de, Marksizm dahil, din kurumu söz konusu olduğunda, bu özelliği izleriz.
Bay Arsel, İslami anlatımlarda, ‘sağ’ın kutsiyeti sözcüğünü ,’toprağı’, ‘taşı’, ‘su’yu, mucizeleri vb. gördükçe eleştirmiş ama bunların eski toplumdaki değerleri üzerine tek bir satır yazmamış, incelememiş, yazdıkları üzerine yeterince düşünmemiştir bile…
Muhammed’in 4 kadın hakkını, kadınlarla cinsel ilişki konularını ballandırarak anlatmıştır da, “Muhammed neden sadece 4 yasal kadın demiş olabilir?” gibi bir soruyu “aklının”, en azından yazılarının, ucundan bile geçirmemiştir... Oysa bu tür soruların başladığı yerde insanbilimin kapıları bulunur...
Sabırlı okurlarım, artık biliyorlar ki kutsal ilahi ve yazılarda ‘sinek’ kavramı geçiyor ise, bu her durumda, bildiğimiz “sineği” anlatıyor değildi. Ruhani içerik taşıyan bütün bu tür kavramların ardında, araştırılıp açığa çıkarılması gereken bir kaç bin yıllık kavramsal dönüşüm süreci ve eski toplumun kurumları bulunur.
“Sinek” kavramına Tufan ve hatta daha önceki döneme ilişkin anlatımlarda da rastlamış ve bu ifadenin ‘cinsel ilişki’, ‘erkek penisi’, kutsal aşk evlerinde bulunan bir görevliye ait gibi göründüğüne ilişkin bilgiler vermiştik...
Bayan Muazzez İlmiye Çığ, İnanna’nın Dummuzi’yi aramasını, tiyatro sahnesine uyarlı eserinde, şöyle anlatıyordu:
“O sırada sahneye sinek kıyafetinde biri girer ve etrafında dönerek İnanna'ya:
Sinek:
‘Dumuzi'nin yerini söylersem,
Bana ne verirsin?’
İnanna:
”Eğer onun yerini söylersen
Birahaneye koyacağım seni,
Bilge kişiler arasına sokacağım seni.
Ozan şarkıları içinde yaşatacağım seni.”
Sinek:
“Gözlerini kaldır,
Kırlara bak.
Dumuzi'yi orada bulacaksın.”
İnanna, Geştinanna ve annesiyle o tarafa doğru yürürken sahne değişir. Dumuzi, bir köşeye büzülmüş ağlamaktadır. Onları görünce heyecanla fırlar, ikisinin ellerini yakalar.
İnanna:
Artık üzülme o kadar,
Kız kardeşin yalvardı Tanrılara,
Yarım yıl sen gideceksin yer altına.
O gidince yarım yıl,
Sen özgür olacaksın.
Yine bana kavuşacaksın.”
Bayan Çığ, tercüme ettiği tabletleri yeterince doğru algılayabilmiş olsa, “birahane”nin, burada ne işi olabileceğini “bilge kişi” ve “ozan”ların orada ne aradığını; “sinek”in neden böyle bir "birahane"de bulunma hakkı elde edebileceği gibi noktalar üzerinde yoğunlaşabilirdi. Çünkü bu “birahane” Sümer adı verilen toplumun tarihinde sadece ilahilerde veya “Sümer kıraliyet listesi”nde, bir ‘kıraliyet dönemi’ olarak, yer almakla kalmayan, eski yazılı yasalarda kutsal fahişe tapınak görevlilerinin açıp kapayabileceği veya oraya girip giremeyeceği üzerine hükümlere konu olmuş bir kutsal alan, bir aşk evi tanımı, Bar, Pavyon, Han veya Genelev'in bir parçası idi ve giderek tapınaklardan ayrılarak, basbayağı genelev haline dönüşecek olan bir aşk kurumunu anlatıyor olmalıydı. Doğal olarak burada "saki"ler kadar, teşrifatçı pezevenkler de bulunuyordu.
Ehli Beyt dergâhında, “mumu yakma ve söndürme”, “ocak ateşini yakma ve söndürme”, “hayat suyu, aşk suyunu, hazırlama ve dağıtma”, nasıl özel ve kutsal görevlilerce yerine getirilebilecek görevler ise, anlaşılıyor ki, o toplumların yapısında daha sonra “sinek” kavramı ile ifade edilen özel bir görevli-kurum bulunuyordu ve bu kurum-şahıs ‘birahane’nin bir görevlisi idi.
“6 aylık” devri iktidar, erken ittifak rotasyonel yönetim düzeni içinde giderek “yaz-kış”, “ilkyaz-son yaz” şenlikleri biçiminde kutlanacak olan bir ittifak şenliğine bağlıdır. Bütün bu tür eski şenlikler, iç ve dış ittifak edimleri oldukları için, cinsel ilişki temeline de otururlar. Dummuzi’lerden birinin ölümü, Dummuzi’lerden ötekinin iktidara çıkma şenliği, bu bakımdan hem ‘yeraltına iniş’,ve hem de ‘gökyüzüne çıkış’ şenliğidir ve özel olarak da kutsal çiftleşme törenleridir.
Burada bir topluluk kendi Dummuzi’sine üzülür ağlarsa, öteki topluluk kendi Dummuzi’sine sevinir... Ama ortada süren bir ittifak olduğu için daima karşılıklı cinsel ilişki teması da işlenir. Ya dönemsel cinsel ilişki (ve yiyecek) yasağı, ya da cinsel ilişki kurma ve ziyafetler. Bu iki özellik anlatıcımızın durumuna göre öne çıkar.
En eski bayram (veya öte yönüyle yas) türlerinden birisi olan “Tufan” anlatımlarında da ‘sinek’ deyimiyle karşılaşmıştık. Bu durum,“sinek”in cinsel ilişki, bayram türü toplantıların vazgeçilmezleri arasında bulunduğunu da gösteriyor. Eski Tufan anlatımlarında da Tanrılar sunuların üzerine ‘sinekler gibi üşüşmüşlerdi...
O döneme ait karşılıklı aşk edimi içeren anlatımlarda “sinek” kavramı,’sinek’li benzetmelerin yapılıyor olması, bildiğimiz sineğin yemeklere üşüşme özelliğinden ötürü olmasa gerekti.
Erken dönem ilk ‘kutsal çiftleşme evleri’ne ait bir örnek gibi görünen ve Bay Kramer’de ‘ilk akvaryum’ olarak yorumlanan, öteki uzmanlarımız da ise ‘kabare’(gece kulübü) vb. olarak rastladığımız, ‘ilk genelev’ tanıtımına ait bir ilahide de ‘sinek’imize rastlamıştık:
"(Aşk ) Evinde hiçbir sinek içki yerine saldıramaz,
(Aşk) Evin(in) girişine (eşiğine) beğenmeyen (?uygun olmayan) ayak basamaz"
Burada söz konusu olanın kişiler olduğu, kişiler ile ilgili bir sıralama yapıldığı anlaşılıyordu.
Bunlar bildiğimiz sinek’ler değil, cinsel ilişki alanının bir çeşit teşrifatçıları, hediye alıcıları gibi olmalıydı.
Bu ‘sinek’in, eğer günümüzdeki karşılığı aranacaksa, bildiğimiz sinekte değil, daha çok ‘pezevenk’ kavramında aranması gerektiğini gösteren işaretler var.
Araplar arasında hala kullanılan ‘sinek’ kavramı, zob,(zov ) kelimesi ‘sinek’i anlattığı gibi, ‘büyük erkek cinsel organı’nı da anlatan bir kelimedir. Araplarla ortak dil ailesine mensup günümüz Musevilerinde de, ‘zwuvve’ kelimesi benzer anlamda kullanılmaktadır.
Türkçede kullandığımız, Ermeniceden gelme olduğu düşünülen “Pezevenk” kavramının etimolojisini tam bilmiyorum ama bu kavram ile “zwuvve” koku arasında etimolojik ilişki uzak görünmüyor
“Pezevenk” in ortak dil kökenine sahip Azeri ve Kırgız dillerinde, yol gösterici, güçlü kuvvetli teşrifatçı, kabul edici, yer sahibi gibi anlamları olduğuna dair açıklamalar da var.
Öte yandan, bu ilahilerde kullanılan ‘sinek’ kavramının erkek cinsel organı ile bir bağlantısının da bulunması, İslam’da iyi ve kötü kanatlı, hastalık ve şifa kanatlı olarak yorumlanması, bizi daha erken dönemlere gitmeye zorlar.
“İyi ve kötü”nün birlik oluşturduğu an, asıl olarak iki toplum birimin resmi ittifak içine girdiği andır. Birlik ittifakı zıtların birliğidir çünkü.
Kutsal aşk evinde durmadan karşımıza çıkan bu ‘sinek’lerin, başlangıçta, ‘büyük penis’, ‘kesilmemiş penis’ ‘üretken bey’i adlandırıyor olması da mümkün görünüyor. Dummuzi’yi ‘ilk büyük oğul’ olarak ele alırsak, onun ilk hali Sümer adı verilen topluluk erken ilahilerinde çocuk sahibi olamayan bir özellik gösterir ki, bu da bize tenasül aleti kesilmiş, ana tanrıçaya adanmış olan, baba’nın ilk erkek evladın tanımlamasını vermektedir.
Orada karşılaştığımız ‘sinek’, Dummuzi’nin ‘üretkenlik’, ‘büyük penis’ olma dönemine ait olmalıdır ki, tarihsel olarak ilk aşk evinin gelişmesi içinde hiyerarşik bir düzen oluşturmuş olması gerektiği çıkarsamasına uygun düşüyor.
Keşke
"Sineğin Kutsiyeti"nin açıklaması bu kadar kolay olsa!
****
İlhan Arsel:
“Sineklerin "idrâki" konusuna gelince:
Farz ediniz ki yediğiniz yemeğin, ya da içtiğiniz suyun içine pis bir kara sinek düştü. Ne yaparsınız? Muhtemelen pislenmiştir diye yemeğinizi atar ve suyunuzu içmekten vazgeçersiniz. Ancak ne var ki böyle yaptığınız takdirde seriâ'ta aykırı hareket etmiş olacaksınızdır, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve din adamlarımızın "din" diye insanlarımıza bellettiği hükümlere göre yapmanız gereken şey şudur: sineğin dışarıda kalan kanadını yemeğin (ya da suyun) içine batırmak ve sonra sineği çıkarıp attıktan sonra yemeğe (su'yu içmeğe) devam etmek. Su nedenle ki, şeriat’ın bildirmesine göre sineğin kanatlarından birinde "hastalık" bir diğerinde "şifa" vardır ve sinek önce hastalık kanadını yemeğin içine batırır; dışarıda kalan şifa kanadı olduğu için, bu kanadı yiyeceğin içine batırmakla "şifa" "hastalığı" gidermiş olur.
Bunun böyle olduğunu anlatmak üzere Diyanet İsleri Başkanlığı, Muhammed'in söyle dediğini belletir insanlarımıza:
"Sizden birinizin içeceği (ve yiyeceği) içine sinek düştüğü zaman, o kişi o(nun her tarafını) batırsın, sonra çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, birisinde de şifâ vardır" (Bkz. Sahih-i..., Cilt, IX, sh. 71 , hadis no. 1365)
Diyanet’in söylemesine göre bu "gerçeği" inkâr etmek ve örneğin: "Bir sineğin iki kanadında nasıl olur da hem hastalık ve hem şifa olan iki zıt hassasiyet bulunur?" diye sormak, ya da: "Nasıl olur da hakir bir sinek yiyecek ve içecek içine düştüğü zaman önce zehirli kanadını sokup şifa kanadını didarda bırakmayı bilebilir?" diye düşünmek ancak cahil kimselerin yapacakları şeylerdendir.
Çünkü yine Diyanet’in bildirmesine göre, bütün yaratıklarda birbirine zıt olan "hassasiyetler" vardır ve bu yaratıklar ancak bu sayede yaşamlarını sürdürebilirler. Tanrı’nın gücü bu birbirine zıt "hassaları" birbirleriyle uyumlu kılmamış olsaydı yaratıkların varlığı "fesâd"a uğrar ve bugün görülen gelişme vuku bulmazdı.
Yine Diyanet’in bildirmesine göre sineğin "idraki" sorunu, "ilâhi bir ilham olan sevk-i tabii'den ibarettir". Bu "idrak" sayesinde sinek ve benzeri en küçük hayvanlar dahi, "ince hesaplar"la kendilerine ev, bark yapıp bu evciklerin içinde yıllık gıdalarını (senelik azıklarını) biriktirirler. Ve iste sinek de, yine bu "idrâk" sayesinde, önce zehirli kanadını yiyecek içine batırıp şifâ kanadını dışarıda bırakır (Bkz. Sahih-i..., Cilt IX, sh. 71).
Anlaşılan o ki sinek, sırf insanlar hastalığa kapılmasınlar diye önce zehirli olan kanadını yiyeceğe batırıp, şifa kanadını didarda bırakmaktadır; sunu düşünmektedir ki insanlar, yiyeceğin (içeceğin) dışında bırakmış olduğu şifa kanadını iyicene batırıp sonra kendisini atacaklar ve böylece yemek yemeğe devam ederek hastalığa uğramaktan kurtulmuş olacaklardır.
Hemen itiraf etmek gerekir ki "sinek", ya da "arî", "karınca" ve benzeri çeşitli yaratıkların "sevk-i tabii" ile günlük ihtiyaçlarını sağladıklarını kabul etmekle beraber, Diyanet’in sineklerle ilgili bu "bilimsel" mantığını kavramak biraz güç. Ve esasen özgür akla ve bilimselliğe meydan okuyan bu tür bir "mantık" değil midir ki insanlarımızın mantıksız kafa yapısı ile yetiştirmelerine sebebe olmaktadır.”
Keşke her şeyin açıklaması bu kadar kolay olsa!
****
İlhan Arsel:
“Sineklerin "idrâki" konusuna gelince:
Farz ediniz ki yediğiniz yemeğin, ya da içtiğiniz suyun içine pis bir kara sinek düştü. Ne yaparsınız? Muhtemelen pislenmiştir diye yemeğinizi atar ve suyunuzu içmekten vazgeçersiniz. Ancak ne var ki böyle yaptığınız takdirde seriâ'ta aykırı hareket etmiş olacaksınızdır, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve din adamlarımızın "din" diye insanlarımıza bellettiği hükümlere göre yapmanız gereken şey şudur: sineğin dışarıda kalan kanadını yemeğin (ya da suyun) içine batırmak ve sonra sineği çıkarıp attıktan sonra yemeğe (su'yu içmeğe) devam etmek. Su nedenle ki, şeriat’ın bildirmesine göre sineğin kanatlarından birinde "hastalık" bir diğerinde "şifa" vardır ve sinek önce hastalık kanadını yemeğin içine batırır; dışarıda kalan şifa kanadı olduğu için, bu kanadı yiyeceğin içine batırmakla "şifa" "hastalığı" gidermiş olur.
Bunun böyle olduğunu anlatmak üzere Diyanet İsleri Başkanlığı, Muhammed'in söyle dediğini belletir insanlarımıza:
"Sizden birinizin içeceği (ve yiyeceği) içine sinek düştüğü zaman, o kişi o(nun her tarafını) batırsın, sonra çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, birisinde de şifâ vardır" (Bkz. Sahih-i..., Cilt, IX, sh. 71 , hadis no. 1365)
Diyanet’in söylemesine göre bu "gerçeği" inkâr etmek ve örneğin: "Bir sineğin iki kanadında nasıl olur da hem hastalık ve hem şifa olan iki zıt hassasiyet bulunur?" diye sormak, ya da: "Nasıl olur da hakir bir sinek yiyecek ve içecek içine düştüğü zaman önce zehirli kanadını sokup şifa kanadını didarda bırakmayı bilebilir?" diye düşünmek ancak cahil kimselerin yapacakları şeylerdendir.
Çünkü yine Diyanet’in bildirmesine göre, bütün yaratıklarda birbirine zıt olan "hassasiyetler" vardır ve bu yaratıklar ancak bu sayede yaşamlarını sürdürebilirler. Tanrı’nın gücü bu birbirine zıt "hassaları" birbirleriyle uyumlu kılmamış olsaydı yaratıkların varlığı "fesâd"a uğrar ve bugün görülen gelişme vuku bulmazdı.
Yine Diyanet’in bildirmesine göre sineğin "idraki" sorunu, "ilâhi bir ilham olan sevk-i tabii'den ibarettir". Bu "idrak" sayesinde sinek ve benzeri en küçük hayvanlar dahi, "ince hesaplar"la kendilerine ev, bark yapıp bu evciklerin içinde yıllık gıdalarını (senelik azıklarını) biriktirirler. Ve iste sinek de, yine bu "idrâk" sayesinde, önce zehirli kanadını yiyecek içine batırıp şifâ kanadını dışarıda bırakır (Bkz. Sahih-i..., Cilt IX, sh. 71).
Anlaşılan o ki sinek, sırf insanlar hastalığa kapılmasınlar diye önce zehirli olan kanadını yiyeceğe batırıp, şifa kanadını didarda bırakmaktadır; sunu düşünmektedir ki insanlar, yiyeceğin (içeceğin) dışında bırakmış olduğu şifa kanadını iyicene batırıp sonra kendisini atacaklar ve böylece yemek yemeğe devam ederek hastalığa uğramaktan kurtulmuş olacaklardır.
Hemen itiraf etmek gerekir ki "sinek", ya da "arî", "karınca" ve benzeri çeşitli yaratıkların "sevk-i tabii" ile günlük ihtiyaçlarını sağladıklarını kabul etmekle beraber, Diyanet’in sineklerle ilgili bu "bilimsel" mantığını kavramak biraz güç. Ve esasen özgür akla ve bilimselliğe meydan okuyan bu tür bir "mantık" değil midir ki insanlarımızın mantıksız kafa yapısı ile yetiştirmelerine sebebe olmaktadır.”
Keşke her şeyin açıklaması bu kadar kolay olsa!
Avesta'da
'kör sinek' ve 'çekirge' kavramlar
Avesta'dan Eski Ahit ve Kuran'a 'kör sinek' ,'arı', 'çekirge' kavramları....
“Bunun üzerine tümüyle ölüm olan Angra Mainyu geldi ve büyücülük gücünü kullanarak sığırlara ölüm getiren Uçan Skaityalar’ı("kûra-magalar=kör sinekler"i ) yarattı.
Ahura Mazda (şöyle) cevapladı:
”Ey Spitama Zarathuştra, ruh bedeni terk ettiği anda Drug Nasu direkt olarak kuzey bölgesinden, çok öfkeli bir sinek biçiminde, dizleri ve kuyruğunun şekli çıkıntılı, her tarafı kire bulanmış ve en kötü xrafstralara benzer bir şekilde gelir ve (ölünün,cesedin) üstüne çullanır.
O, şu günahkar biriler(inden)dir, şu Nasu’ya yönelenlerden, şu sivrisinekleri ve çekirgeleri en fazla arttıranlardan; O, şu günahkar biriler(inden)dir, şu Nasu’ya yönelenlerden, şu çayırları harap eden kuraklığı en fazla getirenlerden. ” (Avesta)
Avesta'dan Eski Ahit ve Kuran'a 'kör sinek' ,'arı', 'çekirge' kavramları....
“Bunun üzerine tümüyle ölüm olan Angra Mainyu geldi ve büyücülük gücünü kullanarak sığırlara ölüm getiren Uçan Skaityalar’ı("kûra-magalar=kör sinekler"i ) yarattı.
Ahura Mazda (şöyle) cevapladı:
”Ey Spitama Zarathuştra, ruh bedeni terk ettiği anda Drug Nasu direkt olarak kuzey bölgesinden, çok öfkeli bir sinek biçiminde, dizleri ve kuyruğunun şekli çıkıntılı, her tarafı kire bulanmış ve en kötü xrafstralara benzer bir şekilde gelir ve (ölünün,cesedin) üstüne çullanır.
O, şu günahkar biriler(inden)dir, şu Nasu’ya yönelenlerden, şu sivrisinekleri ve çekirgeleri en fazla arttıranlardan; O, şu günahkar biriler(inden)dir, şu Nasu’ya yönelenlerden, şu çayırları harap eden kuraklığı en fazla getirenlerden. ” (Avesta)
***
Eski Ahit
(Tanrı) Musa`ya, “Elini Mısır`ın üzerine uzat” dedi, “Çekirge yağsın; ülkenin bütün bitkilerini, doludan kurtulan her şeyi yesinler.”
Evlerine, bütün görevlilerinin, bütün Mısırlıların evlerine çekirge dolacak. Ne babaların, ne ataların ömürlerince böylesini görmediler.`” Sonra Musa dönüp firavunun yanından ayrıldı.
(Tanrı) Musa`ya, “Elini Mısır`ın üzerine uzat” dedi, “Çekirge yağsın; ülkenin bütün bitkilerini, doludan kurtulan her şeyi yesinler.”
Evlerine, bütün görevlilerinin, bütün Mısırlıların evlerine çekirge dolacak. Ne babaların, ne ataların ömürlerince böylesini görmediler.`” Sonra Musa dönüp firavunun yanından ayrıldı.
toplumvetarih.blogcu.com
Bu
Tanrı-Şeytan, sağ eliyle "içli köfte" veya "Çiğ
köfte" sunuyor olduğuna göre ister Tanrı, ister Şeytan olsun; kolunda altın
bileziği olan tanıdığımız bir kültürün temsilcisidir.
Asurluların
Tanrı olarak değerlendirilen sembollerinin, başka toplum birimleri tarafından
Şeytanı-Cin'i olarak ele alınması son derece doğal...
İskambilde
"sinek"... serisi...
Sabırlı okurlarım, artık biliyorlar ki kutsal ilahi ve yazılarda ‘sinek’
kavramı geçiyor ise, bu her durumda, bildiğimiz “sineği” anlatıyor değildi.
Ruhani içerik taşıyan bütün bu tür kavramların ardında, araştırılıp açığa
çıkarılması gereken bir kaç bin yıllık kavramsal dönüşüm süreci ve eski
toplumun kurumları bulunur.
“Sinek” kavramına Tufan ve hatta daha önceki döneme ilişkin anlatımlarda da
rastlamış ve bu ifadenin ‘cinsel ilişki’, ‘erkek penisi’, kutsal aşk evlerinde
bulunan bir görevliye ait gibi göründüğüne ilişkin bilgiler vermiştik...
İskambil'de Karo, Sinek, Maça, Kupa
/ 2
semboller
|
||||
Diller
|
| |||
Fransızca
İngilizce İtalyanca İspanyolca Almanca Türkçe |
Cœur
Hearts Cuori Corazones Herz Kupa |
Carreau
Diamonds Quadri Diamantes Karo Karo |
Trèfle
Clubs Fiori Tréboles Kreuz Sinek |
Pique
Spades Picche Picas Pik Maça |
**
Fransızca
|
|
|
|
|
İngilizce
|
||||
İtalyanca
|
|
|
|
|
İspanyolca
|
|
|
|
|
Almanca
|
|
|
|
|
Türkçe
|
|
|
|
|
Rusça :
♠ —
пи́ки (ви́ны, ви́ни)
♣ —
тре́фы (кре́сти, кре́сты, жлу́ди)
♥ —
че́рви (че́рвы, жи́ры)
♦ — бу́бны
(бу́бни, бу́би, зво́нки)
*******
♦ ♥
♠ ♣
***
|
|
Κόκκινο
|
Μαύρο
|
Κόκκινο
|
Μαύρο
|
|
|
♥ (3)
|
♣ (1)
|
♦ (2)
|
♠ (4)
|
|
|
|
|
|
|
ΣΥΓΧΡΟΝΑ
|
|
|
|
|
|
Ελληνικά
|
Σύμβολα
|
Κούπα
|
Σπαθί
|
Καρό
|
Μπαστούνι
|
Αγγλικά
|
Symbols
|
Heart
|
Club
|
Diamond
|
Spade
|
Γερμανικά
|
Farben
|
Herz
|
Kreuz
|
Karo
|
Pik
|
Γαλλικά
|
Symboles
|
Coeur
|
Trèfle
|
Carreau
|
Pique
|
Ιταλικά
|
Simboli
|
Cuori
|
Fiori
|
Quadri
|
Picche
|
Ισπανικά
|
Simbolos
|
Corazon
|
Trebol
|
Diamante
|
Espada
|
**
|
*
|
A
|
K (ή B ή
R)
|
Q (ή K ή
D)
|
J (ή V ή
S ή F ή Θ)
|
Ελληνικά
|
Τζόκερ
|
Άσσος
|
Ρήγας
|
Ντάμα
|
Βαλές /
Φάντης
|
Αγγλικά
|
Joker
|
Ace
|
King
|
Queen
|
Jack
|
Γερμανικά
|
Joker
|
Ass
|
König
|
Dame
|
Bube
|
Γαλλικά
|
Joker
|
As
|
Roi
|
Dame
|
Valet
|
Ιταλικά
|
Jolly
|
Asso
|
Re
|
Donna
|
Fante
|
Ισπανικά
|
Comodin
|
As
|
Rey
|
Reina
|
Jota
|