2.05.2008

"Aişe Valide"miz ve "Muhammed'in Hanımları"

İslami uygulamalara bağlı olarak, daha birkaç hafta önce Yemen'de 8 yaşında bir kızın "evlendirilmesi" ve "boşanması" üzerine örnek bir haber yayınlanmıştı.

("Gerçek İslam" veya İslamın Gerçek Yüzü)

Kim bilir medyaya yansımayan nice örnekler yaşanıyor "yüce İslam toprakları"nda!

Türkiye gibi, "Laik devlet" modeli benimsemiş bir ülkede bile, 13'ünde,14'ünde,15'inde evlendirilmiş kızların, hem de yaygın ölçülerde, bulunduğu hesaba katılırsa, İslami Şeriat'ın geçerli olduğu ülkelerin durumu az-çok hesap edilebilir. Şimdiki Cumhurbaşkanı bile, orta Anadolu’nun yaygın örneğini tekrarlayarak, nişanlısı 15. yaşında iken, kızın ana-babasının rızasıyla, evliliğini "yasal" hale getirmiştir. Bunlar ayrıntılı olarak gazetelerde aktarılmış bilgiler...

Son zamanlarda, Muhammed'in Aişe ile 9 yaş civarında gerdeğe girmesi konusunda, güya İslam’ı, İslam’ın bu tür örneklerinden kurtarmaya çalışan bir kesim tarafından yoğunlaştırılarak ele alınıyor. "Aişe validemizin" Muhammed'le gerdeğe girdiğinde 9-10 yaşlarında değil de, 18. de (tam da yasalarımıza uygun!) veya daha kötümser bir halde 14/15'lerinde olduğu üzerine "ahkam"lar yaygınlaşıyor.

Sanırsınız, Muhammed gerdeğe girdiğinde bunlar kapıda, Aişe Validemizin nüfus kağıdına bakıp,"18. den gün almış" olduğunu bile saptamışlar! (*1)

Turan Dursun, İlhan Arsel gibi yazarlarımız Muhammed'in "evlilik kurumu"nu, kadın-erkek ilişkilerini, bu noktalara ilişkin uygulamalarını, o dönemlerdeki toplumun genelinin içinde bulunduğu duruma bağlı olarak ele almayı da pek becerememişlerdir. Bir bakıma, Muhammed'in uygulama ve yaklaşımlarını günümüzde geçerli olması gereken değer yargıları temelinde ele almışlardır: Muhammed’in Aişe ile 9 yaşlarında gerdeğe girmesi; oğulluğunu karısından boşatıp gelini ile nikahlanması falan gibi örnekleri, ki bunlar günümüz laik toplumlarında tepki çekerler, vurgulamışlar ; "İslam’a karşı mücadelede" bu tür öne çıkarılmış örneklere de dayanmışlardır.

Bu yöntem insanbilim bakımından düzeltilmesi gereken yanlara sahiptir. İnsanbilim, 1400 sene önceki toplumun çeşitli kurum ve uygulamalarını, 1400 yıl önceki bir topluma ait olarak ele alıp irdeler. Oradaki uygulamaları, 21. yüzyıl'ın etik veya toplumsal değerleriyle ele alıp yargılamaz. İnsanbilimin, tarihbilimin yaklaşım tarzı bu değildir.

Muhammed’in özel durumu olarak “evliliklerini”, “9 yaşında bir kız ile gerdeğe girmesini”, “oğulluğunun karısını boşatıp üstüne alması” örneklerini, İslam’a karşı ajitasyon konuları olarak değil, günümüze gelirken eski toplumun geçtiği aşamalarda yasal veya yasadışı olarak uyguladığı evlilik ilişki türlerinden bazıları olarak ele alıp incelemek gereklidir.

Yapılması gereken, bu eski uygulamaları, nedenlerini tanımak, tanımlamak ve bunların eski toplumda kalmış olduğunu ve kalması gerektiğini açıklamaktır.

Eski toplumda tanrılara “ilk oğul” veya “kız evlat” kurban sunumu da bulunuyordu; bundan ötürü, şimdiki ana-babaların evlat kurbanı savunulacak değil herhalde.

Diyanet eski başkanlarından M. Nuri Yılmaz, Süleyman Ateş, ünlü “hatip”lerimizden Nihat Hatipoğlu, medya mensuplarından Ruhat Mengi, muhtemelen Zülfü Livaneli ve M. Mutlu gibi Vatan gazetesinin bazı yazarları, İslami kesim arasında giderek yaygınlaşan ve erken İslam dönemi (Asr-ı saadet) uygulama örneklerine dönmeyi sağlayan İslamizasyon sürecindeki ülkelerden Türkiye’de, “temiz İslam”ı, yani ehlileştirilmiş, az-çok rasyonalize edilmiş bir İslam yorumunu güçlendirmek için, “Muhammed efendimiz”in uygulama ve anlayışlarını veya “güzel Allah’ımızın kelamları”nı, şimdi yaşanmakta olan koşullara uydurmaya çalışıyorlar.

Onlar muhtemelen, eğer “hazireti Aişe validemiz”i, Muhammed ile gerdeğe, 9 yaşında değil de,18’inden gün almış bir genç kız olarak sokarlarsa, günümüz toplumuna daha modern bir Muhammed hediye etmiş olacakları kanısındalar.

Fakat bu, kolaylıkla başarılabilecek bir çaba değildir. İslam içinde kalarak Kuran’ın, İslami Fıkıh’ın, İslami Hadis’lerin dönüştürülmesi olanağı pek yok. Tersine, tipik Arabi İslam’ın, en az etkili olduğu ülkelerden biri olan Cumhuriyet Türkiye’sindeki gelişmeler, daha çok Suudi İslam’ına doğru bir kayış olduğunu gösteriyor. Klasik İslamın dışında olan ve erken dönem Mezopotamya “Ateş-Işık kült kaynakları”nın İslam egemenliği döneminde yeni bir şekillenmesi de olan Türkiye’deki Nurculuk veya Nakşiciliğin başarı şansının kalıcı olması pek mümkün görünmüyor. Toplumdaki İslamizasyon süreci kaçınılmaz olarak, içinde, orijinal İslam’a çağrı özünü taşımaktadır. Çünkü “Allah kelamı Kuran”, üzerinde birleşilmiş Hadis’ler,sıradan bir mümin’e, Diyanet başkanına direnme ve alt etme gücü veriyor. Ortaçağ giysi biçimleri, ortaçağ evlilik modelleri böyle bir sürecin parçası olarak, duralır gibi de görünmüyor. Kuran’a dayanarak Kuran’ı düzeltme çabaları, ne “yakın akraba evlilikleri” ve “gizli cinsel ilişkilerini” ; ne de çok eşlilikleri pek engelleyemez. Çünkü, “süt kardeş” veya “süt akrabalar” arası evliliği yasakladığı halde, amca-halı-dayı kız ve oğulları arasındaki “yasal evlilikleri” bizzat İslam’ın Kuran’ında ve “asr-ı saadet” örneklerinde buluyoruz.

Türkiye’deki Avro-İslami çizgi ve uygulamalar herhalde, İslamizasyon sürecinde ilerleyen toplumda, bir süre sonra etkisini kaybedecek; Kuran’dan veya Hadis kitaplarından yapılan bir alıntı bile, onların yıllar içinde kurdukları kumdan kuleleri bir çırpıda yıkan ufak dalgalar halinde Ortodoks İslam toprağına katılacaktır. AKP’nin şimdilik sırtına bindiği deve, 7. yüzyılın Mekke, Medine topraklarında dolaştığı sürece, sırtından onları atmakta çok zorlanmayacaktır. İran’da radikal İslam’ın alan kazanması onlarca yıl aldı.

“İyi amaç”lar taşımaları mümkün olan ve onların “niyet” veya “amaç”larından bağımsız olarak, M. Nuri Yılmaz’ların, Süleyman Ateş’lerin, Hatipoğlu’ların, Ruhat Mengilerin ve ötekilerin zorlukları şurada:

Aişe “validemiz”e ait olarak, bizzat kendisinden aktarılan, üzerinde ittifak edilmiş ve İslami Hadis kitaplarına girmiş 2000 adetin üzerinde “Hadis” bulunmaktadır. Bunların bir bölümü gerçekten de uydurma, değiştirilmiş olması mümkün “rivayet”ler olabilir. Bu tür hadislerden bizler de, eski toplumu ve Muhammed dönemi koşullarını anlamak bakımından yararlanıyoruz ve hatta, öteki verilerle doğrulanması halinde bazan onlara da dayanıyoruz. Ne ki, biz bunu “İslam içinde durarak”, bir “mümin” olarak veya kendimize “mümin görüntüsü” vererek yapmıyoruz. Konularımıza ateist çerçeveden, bütün dinlere karşı aynı mesafede durarak ve daha önemlisi insanbilim kurallarına tam bir bağlılık içinde yaklaşıyoruz.

Yukarda sözü edilen şahıslar, başka bir dizi konuda, ağız büzüp göz süzerek, “efendim… şu hadis’i şeriflerde…” diye başlayıp İslami “hitap”lar atarken, Tv alimleri kesilirken, konu “Muhammed efendimizin hazreti Aişe validemizi belleme” (*2) yaşına gelince, birden bire, bütün bu “hadis’i şerifler” sanki yokmuş gibi davranmak zorunda kalıyorlar. Onlardan hiç söz etmemeyi başarı veya kurnazlık sanıyorlar. Öteki bir dizi konuda dayandıkları “Aişe validemizin hadislerine”; Muhammed ile evlenmesi konusunda bizzat Aişe’nin sözleri olarak aktarılmış hadisleri başvuru kaynağı olmaktan çıkarmanın inandırıcılığı olamaz ve yöntemsel bir çelişki yaratarak onların güvenirliğini sıfırlar. İslami ümmet nezdinde olan ve olacak olan da bu zaten.

"Peygamber efendimizin Hanımları"...


İslam otoritelerinin “Peygamber efendimizin hanımları” konusunda yaptıkları da, “Aişe validemizin gerdek yaşı” konusunda yaptıklarından aşağı kalmıyor. Hatta bu konuda alimlerimizden köşe yazarlarına kadar büyük bir birlik oluşturuyor görünüyorlar.

Buna göre “Peygamberin hanımları”, “peygamberin eşleri-karıları” dedikleri zaman, bu kavram sanki sadece “nikah” altındaki kadınları anlatıyormuş gibi bir sınırlama içine giriyorlar. Günümüzde resmi nikahlı/imam nikahlı kadınların tümünün “erkeğin eşi” kapsamında ele alınmasından yararlanmaya çalışıyorlar.

İslam peygamberi Mustafa, sadece “nikahlı” karılarıyla yatma hakkına sahip değildi. O, “sağ elinin altında”ki cariye-esireleri ile de cinsel ilişki kurma serbestisine sahipti. Kendilerine nikah kıyılmış kadınların dışında, erkeğin, cariyeler ile de cinsel ilişki kurması, hatta onlardan çocuk edinmesi, bu dönemdeki Arap ve onların parçası İslam ümmet topluluğunda,“yasal-göreneksel bir hak” idi. Bunu, hem eski yazılı yasalarda, hem de Tevrat incelemelerinde görmüş; İbrahim’in yattığı Hacer-Hagar’ın sahibinin bizzat “karısı Sara” olmasının anlamlarını incelemeye çalışmıştık. İbrahim, Sara’nın kendisine sunduğu cariye Hacer ile yatıyor ve ondan çocuk edinebiliyorlardı ama, Hacer, yine de İbrahim’in “eşi”, “hanımı” konumuna sahip olamazdı.

Geçen gün, Süleyman Ateş’in “Peygamber hanımları” arasına, onun cariyelerini sokmayan; bu kavramla sanki peygamber Mustafa, cinsel ilişki bakımından kendini, sadece “nikahlı eşleri” ile sınırlıyormuş gibi bir izlenim vermeye çalıştığı yazısını yayınlamıştık.

Eski toplumda, koca, “nikahlı eş”in yanısıra nikahsız kadınlara da sahip olabiliyor ve onlarla cinsel ilişki kurabiliyor ve onlardan çocuk sahibi olabiliyordu. 7. yüzyıl Arap yarım adasında,bu uygulaması için Muhammed’i “eleştiriyor” değiliz. Muhammed, kendi döneminin bir fanisi olarak, döneminin uygulamalarını tekrarlamaktan, bazan değiştirmekten, bazı yerel uygulama veya kuralları genelleştirmekten başka fazla bir şey yapmış değildir. Aişe validemizi, 9 yaşında “belledi” diye onu, günümüzün değer yargılarıyla hareket ederek “çocuk sevici”likle suçlamak, Muhammed’e haksızlık olur. Muhammed ile nişanlanmasından daha önce, Aişe’nin, bir başka Mekke’li “müşrik” ile nişanlanmış olduğu yönündeki bilgiler, bize, olayın sadece Muhammed’le sınırlı olmadığını gösteriyor zaten.

İnsanbilim kurallarına yeterince bağlı olmayan bazı uzman veya akademisyenlerimiz, maalesef, eski toplumda “yasal evlilik ve yasal eş”i, resmen yazılı-sözlü anlaşma yapılmış eş ile, aynı anda, erkeğin, kendisinin satın aldığı veya bizzat karısının sunduğu (İbrahim ve İshak’a karıları, kendi cariyelerini sunarlar) cariyelerle de birlikte olabilmesinin çeliştiğini düşünen açıklamalar yapıyorlar. Eski toplumda “tek eşlilik-monogami” üzerine teoriler, böylesine elemanter bilgi yoksunluğuyla ileri sürülüyor. (Eski Toplumda “Monogami” .).

“İslami alim”ler, toplumbilimcilerimizin bu tür hatalarına dört elle sarılarak, “Muhammed’in hanımları”nın önce sadece “Hatice validemiz”, sonra da sadece “nikahlı validelerimiz”le sınırlı olduğunu ileri sürme olanağını kendilerinde buluyorlar.

Aşağıdaki Kuran ayeti ve Hadisler, bugünkü anlayışımız ve kavramlarımızla, Muhammed’in “hanımları”nın sadece nikahlı karılarından oluştuğu yönündeki “bilgi” veya “bilgisizliği” ortaya koyan onlarca “Allah kelamı Kuran”da(*3) aktarılan örneklerden sadece birisidir.

Bu hadis şöyledir:



“Resulullah (sav)’ın zaman zaman birleştiği bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (ra) (cariyenin Muhammed’le cinsel temasını önlemek için) peşini bırakmadılar. Sonunda Resulullah (sav) bu cariyeyi nefsine haram etti. (“Haram etmek zorunda kaldı” demek lazım. Sonra Muhammed verdiği sözden pişman oluyor çünkü…)

Bunun üzerine: “Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?...” diye başlayan Tahrim süresi nazil oldu.” (Fasıl: TEFSİR BÖLÜMÜ - ESBAB-I NÜZULE DAİR; Konu:Tahrim Suresi; Ravi: Enes)

Anlaşılıyor ki, Muhammed, “nikahlı karıları”nın dışında, “nikahsız” olan cariyeleri ile de cinsel ilişki kurabilme hakkına sahipti. Muhtemelen, Aişe ve Hafza’nın düzenbazlıkları ve kıskançlıklarından gına geldiği bir anda, Muhammed, artık bu cariyesi ( Mısırlı Mariya?) ile cinsel ilişki kurmayacağı sözünü vermişti.

Muhammed, bir süre sonra, Aişe ve Hafza’ya böyle bir söz verdiğine pişman olmuş görünüyor. Neyse ki, Allah, böyle konularda hep Muhammed’in yanında olduğundan, duruma açıklık getirmek ve verdiği sözden ötürü Muhammed’i bağışlamak için harekete geçiyor ve Kuran Kelam’larından birisi daha böylece oluşmuş oluyor:

“Ey Peygamber! Eşlerin[den herhangi biri]ni memnun etmek için, neden Allah'ın sana helal kıldığı bazı şeyleri [kendine] haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.” (Kuran-Tahrim/1) :

Böylece Muhammed, “nikahsız” cariyesinin, en azından kendisine “helal kılındığını” açıklamış oluyor ama, biz de, artık bu dönemlerde, yavaş yavaş, erkeğin cariyelerini “nikahlamaz” ise, onlarla cinsel ilişkisinin hoş görülmemeye başlandığını anlıyoruz. (*4)

http://toplumvetarih.blogcu.com/

safakacmaz@yahoo.com

*1) Aişe’nin bizzat kendisinden aktarılan Hadis’ler şöyledir:

Resulullah (sav), ben altı yaşında iken benimle evlendi. Medine'ye geldik. Beni'l-Haris İbnu'l-Hazrec kabilesine indik.Ben hummaya yakalandım.Saçlarım döküldü, (İyileşince) saçım yine uzadı.Annem Ümmü Ruman, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, ensardan bir grup kadın vardı. "Hayırlı, bereketli olsun!", "Uğurlu mübarek olsun!" diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık-kıyafetime çeki düzen verdiler. Beni, [kuşluk vakti aniden] Resulullah (sav)('ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O'na teslim etti. O gün ben dokuz yaşında idim.”

Aktaranlar: [(Buhari, Nikah 38, 39, 57, 59, 61; Müslim, Nikah 69, (1422); Ebu Davud, Nikah 34, (2121), Edeb 63, (4933, 4934, 4935, 4936, 4937); Nesai, Nikah 29, (6, 82) ]

"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında bebeklerle oynardım. Arkadaşlarım (da oynamak için) yanıma gelirlerdi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (eve gelince, utanarak) saklanırlardı. Ama Aleyhissalâtu vesselâm onları tekrar bana gönderirdi. Beraber oynamaya devam ederdik."

Aktaranlar: [(Buhârî, Edeb 81; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 81, (2440);

Ebu Dâvud, Edeb 62, (4931, 4932)].

*2)Bu “belleme” kavramını “kötü” anlamda kullanmıyorum; İslami jargonda kadın’ın “tarla”, “toprak” olarak kavranması; “sürülmesi”, “bellenmesi”, “ekilip-dikilmesi” biçimli tanımlar, Akado-sammaru erken İnanna ilahilerine kadar uzanmaktadır.İnanna’nın kendisi bile Dumuzi’ye “sür benim tarlamı” dediği vakit, "benimle çiftleş" de demek istemekteydi.

Kadın'ın ve kadın cinsel organının "Toprak"la eşitlenmesi, sanıldığı gibi, "doğurganlık" ortak özelliği olarak ortaya çıkmış değildi; "Yukarı" ve "aşağı", "Gök ve Yer", "Hava ve Toprak", "Tatlı su ve Tuzlu su" gibi kavramlar olarak, Mezopotamya erken topluluklarının iki temel birim halinde şekillenmesinin, coğrafi olarak tanımlanmasının sonucu olarak biçimlenmiş olmalıydı.

Bu kavramlar, “Gök”sel İnanna ile “Topraksal”, “Dünyasal” İştar-İnanna sembollerinin kökenlerine kadar dayanır; İslam’da “Cennet Huri, Peri, Melaike”leri falan, “Ateş-güneş-gök” tapımcısı toplulukların kadınları; ötekiler ise “Toprak/Dünya” kadınları olarak ayrıştırılmıştır. “Şeytan’ın Ateş’ten, Adem’in ise Toprak’tan yaratılması” inancının kökeninde de, Akkad-Babil ve Assur/Sümer topluluk ve coğrafi ayrımı bulunuyor.

Namaz kılarken, müminin önünden “kara köpek, domuz, eşek ve kadın” geçerse, bu namazın bozulması inancının kökenleri ele alırken ve "neden sadece bu hayvanlar da, öteki başka bazı hayvanlar değil?" sorusunu yanıtlarken bu konuyu incelemeye çalışmıştım..

*3) Kuran’ın “Allah kelamı” ve “değiştirilmemiş” olduğu iddiaları tamamen boştur.

Merkezi ve tek bir Kuran örneği yaratma süreci içinde, farklı Mushaf’ların olduğunun bir başka örneğini de aşağıdaki hadis’te görüyoruz:

“Aişe`nin azadlısı Ebu Yunus anlatıyor:

"Hz. Aişe (ra), kendisine bir mushaf yazmamı emretti ve dedi ki: "Şu ayete gelince bana haber ver: "Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin" (Bakara, 238).

Yazarken bu ayete gelince ona haber verdim. Bana şunu imla ettirdi: "Namazlara ve orta namazına ve ikindi namazına devam edin ve Allah için yalvaranlar olarak eda edin" (Bakara, 238). Hz. Aişe (ra): "Ben bunu Resulullah`dan işittim" dedi.

Fasıl: TEFSİR BÖLÜMÜ - ESBAB-I NÜZULE DAİR,Konu :Bakara Suresi; Ravi :Ebu Yunus, Hadis No: 492

http://hadis.ihya.org/ksitte.php?t2=hadis&ara=Ai%FEe&s=2

“Orijinal Kuran var mı/ yok mu?” tartışması bizim için detay bir konudur. Sonuç itibariyle, İslami ümmet ve onlar adına bazı kurullar, “tek bir metin” ortaya çıkarmışlardır ve eleştiri yapılacaksa, bu metin de, fazlasıyla yeterlidir.

İslam alimleri de, bir kurul aracılığıyla Kuran parçalarının birleştirildiğinde hem fikir olduklarına göre, onlar istedikleri kadar “Allah kelamı” ve “değişmemişlik” iddialarını sürdürsünler.

*4) Kuran’daki bilgilere göre, bu dönemde, bizzat Müslümanlar arasında cariyesini fuhşa yönlendirenler; cariyesine fuhuş yaptırarak geçim sürdürenler de bulunmaktaydı:

“Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah (onları) çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. (Nur Suresi (33))

Anlaşılıyor ki, “iffetli olmak istemeyen”, yani fuhuşu sürdürmek isteyen cariyeler için “fuhuş yaptırmak” İslam ümmeti için yasaklanmıyordu.