“Üç Kulhü Bir Elham” veya Kuran’ın Kökenleri
“Din” veya “mezhep”ler hakkında inceleme çalışmalarımızı birkaç adım ilerletir ilerletmez temel bir sorun karşımıza çıkar:
“Acaba, herhangi bir din veya mezhep, sadece kendi sınırsal çerçeveleri içinde ele alınabilir mi? Bu “çerçevede” kalarak o din veya mezhebi tanıyabilir ve kaynaklarını algılayabilir miyiz?”
Burada, özellikle kast ettiğimiz, Mezopotamya ön kaynaklı dinlerdir ve şimdiki “mezhep”ler de aslında önceki eski dinlerden başka bir şey değildir; tek başlarına onlara karşı askeri ve felsefi alanda varlık sürdürememesine bağlı olarak, İsacı veya Muhammedi dinler içine dahil olmuş bir tür direniş biçimleridir.
İslam’ı, sadece Kuran ve onaylanmış hukuk kuralları çerçevesinde; Hıristiyanlığı, kendi kitapları içinde; Museviliği Eski Ahit'in bölümleri veya Bektaşiliği, sadece Bektaşi kaynakları çerçevesinde tanımak ve tanımlayabilmek ne ölçüde mümkün dür? Bütün bunlarsız bir "Avesta"cılık veya "Semavi" denilen din'ler Avesta'cılıktan yalıtılmış bir şekilde incelenebilir mi?
Böyle bir çerçeve içine alınmış çalışmaların başarısının yetersizliğini, ilgili dinleri incelemeye başlayacağımız ilk satırlardan itibaren görmeye başlarız. Çünkü İslam, İncil ve Eski Ahit'ten; İncil, önceki “Kutsal Kitap” olarak Eski Ahit’ten; Eski Ahit’i ise, kendi önceli Hitit, Babil, Arami, Asur ve Elam’dan, Nemrut’tan bahsederek, kendileri ile en-öncelleri arasında karşılaştırma ve farklılık-benzerlik ilişkileri bizzat kurmaktadırlar zaten.
Bireysel düzeyde değil ama, toplumsal anlamıyla “dini inanç”, tarihte hiçbir zaman “toplumsal yönetim tarzları”nın, “iktidar etme alanının” dışında olmamıştır. Tersine, giderek felsefi boyutlara da erişen şu andaki “üç kutsal din”in kuralları, eski toplumun doğrudan doğruya uygulama alanları, yönetim tarzlarıyla ilgilidir. Felsefi boyutlara da erişen sembolizm, somut uygulama konularının toplumsal alanın dışına atılması süreci içinde oluşur.
“Saç/bıyık/sakal kesme veya kesmeme” edimlerinin nasıl olup da “dinsel inanç” konuları haline gelmiş olduğundan; tanrılara “hayvan kurban” ve “bitki-tahıl sunular”ın kökenlerine; su, toprak, taş, tuz, zeytin yağ veya ateş’le “abdest”lerin “arındırma” temellerinden “yiyecek ve cinsel edim yasağı” olarak farklı tür “oruç”lara kadar bir dizi noktayı incelemeye çalışmıştık. Bu tür kurallar, şimdiki kutsal dinlerde olduğu kadar, Amazon veya Avustralya yerli topluluklarında bile rastlanan, “toplumsal yaşamı düzenleme” ve “üleşim” kural alanları olarak vardılar.
Eski toplumu, onun kurallarını, bu kuralların toplum dışına atılmış ve-ya hala (değişikliklere uğramış olsa bile) kullanılmaya devam eden kısımlarından oluşan, geniş tanımıyla “kültür alanları”nı tanıma çalışması için kullanılacak metot bu bakımdan önem arz eder. Bu, belli başlı toplumsal uygulamaların ortak bileşenlerini, doğal insan tarihinde ve onun üleşim mantığında, toplumsal örgütlenme kurum ve ilişkiler çizgisi üzerinde bulup ortaya çıkarmak ve bu temel verilerden yola çıkarak genel bazı vargılar oluşturmaya çalışmak şeklinde ifade edilebilir.
Her bir toplumsal kurum ve davranış kurallarının analitik inceleme tarzıyla elde edilmiş çekirdek verilerin genelleşme eğilimi üzerine oturan vargılarımız bir kez şekillenip ortaya çıkınca, o vargılara dayanarak sosyal fenomenleri ve dini uygulamaları, dini söylemleri, ruhani örgütlenmeleri ve binlerce yıllık süreçte bunların iç içe geçerek oluşturduğu felsefi temelleri, toplumsal yönleri bakımından açıklama yetkinliğine ulaşabiliriz. Bu, kuşkusuz zor bir çalışmadır ama, burada, hiçbir şekilde “hurafe”, “hayal”, “kurgu” gibi ön 'hipotezlerden' yola çıkılmadığı da açıktır.
Böyle bir çalışmada, “doğaüstü yaratıcı tanrı” ve onun “vahiyi” veya “eski toplumun garip hayalleri” gibi, tarihsel temellerden yoksun “ön fikir”lere veya “ön kabul”lere pek ihtiyaç duymayacağız…
Eski toplumun ilişki tarzlarını, sadece eski toplumun içinde, toplumsal düzenleniş ve ilişki tarzlarında aramak yeterli olacaktır.
Bu çalışmalarda, tanrısal vahiylere olduğu kadar, din
veya egemen sosyoloji okullarının yol göstericiliğine, ihtiyaç duymadığımız ölçüde, insanbilim alanında başarılı olabileceğiz.
Diyelim ki, daha anasının karnına düşmeden, doğduğunda erkek veya kız çocuk olmasına bağlı olarak, gelecekteki toplumsal fonksiyonunun, ne olacağı belirlenmiş bir 'birey’in, toplum tarafından önceden ona “vaad edilmiş” veya “kader kılınmış” makama, ödevlere ve yetkilere bağlı olarak şekillenen bir 'otorite'nin Weberci tanımlamaları beni pek ilgilendirmiyor.
Epey zaman önce, bu tür yapıtlar yerine, doğrudan tarihi ve Mezopotamya kaynaklarını okumanın daha doğru olacağına hükmettim ve temel yönelimimi, asıl dikkatimi onlara çevirdim.
Eski Ahit üzerine yaptığımız çalışmalarda ise, kitabın ilk bölümü olan “Yaratılış”ın, günümüzden 6000 yıl kadar öncesine dayanan anlatımları içeren Akado-sammaru tabletleri veya Enuma Eliş arasında var olan, en iyimser tarzda söylersek, temel paralellikleri, zaten görmüş bulunuyoruz.
Doğal olarak, İlhan Arsel, Turan Dursun tarzında bir “aydınlanmacı” ; Diyanet tarzında bir ilahiyatçı olarak kalmak istemeyen; “din” konusunun veya insan toplumunun bir alanında çalışmak isteyen her araştırıcı ve düşünür, kendisini zorunlu olarak, incelemekte olduğumuz Elam, Assur, Akkad, Sammaru, Hitit gibi ön uygarlık alanlarına el atmak zorunda hissedecektir. Artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bunun tersi olan yöntemler, alfabeyi tanımadan yazı okumaya çalışma gibi, başarı şansı zayıf olan bir metot kullanmak gibidir.
Kendi çalışma dönemlerinde bu ön uygarlıklara ilişkin tablet çözümleri var olduğu halde, onlara dayanmadan, “felsefi, sosyolojik, tarihsel” tezler ve yorumlar ileri sürebilen düşünürlerin, bu bakımlardan, görüşlerinin çok fazla dikkate alınması olanağı artık bulunamayacaktır. Toplumsal tarihe ilişkin görüşlerini; gelecekteki toplumsal şekillenmelerin kazanabileceği özellikleri, “beyinsel güç”le çözümlemeye çalışma tutumu, sonuçta “Nostramus bilgeliği”yle kendi arasında olması gereken ayrım çizgilerini yeterince ortaya koyamaz.
Mezopotamya ön toplulukların yazılı tarihçelerinin bir biçimi olan ve yeniden anlamlandırılmış ilahilerini yeterince tanımadan, farklı dini topluluklar ile onların “devlet” örgütlenme tarzları arasındaki farklar; bireysel ve cinsel davranış özelliklerindeki değişik alışkanlıklar; hatta “aynı din” içindeki derin farklılık öğeleri bile (diyelim ki Hıristiyanlığın ve İslamın kolları arasındaki ilişkiler..) saptanamaz.
İnsan toplumu geçmişinin bu geniş alanı, o alana vakıf oldukça bize, tarihsel ve sosyal birikim anlamıyla yeterli gücü kazandıracağı için, bırakalım bu alanda yapılmış ve yapılmaya devam Nostramus’çuluğu ondan “ekmek parası” kazananlar kullanmaya devam etsinler…
Dar anlamıyla Mezopotamya eski toplumlarının arkeolojik bulgularla varlığı onaylanmış kültürel düzeyinin yansıtıcıları olan tablet çözümlemelerine, bu tabletlerde anlatılanlara, basitçe ve hayali bir takım unsurlar gözüyle bakma alışkanlığını artık değiştirmemiz gerekiyor. Bunlar, olumsuz anlam yüklenmiş olan “efsane”ler, “hurafere”ler değildi. En azından, başlangıçtaki kaynakları bakımından, eski toplumda yasanmış gerçek ilişki tarzlarının, yaşam biçimlerinin ve onları algılama tarzlarına bağlı olan, bir tarih aktarım türü idi...
Burada önemli olan, eski tabletlerin ‘okunması’ işlemini, yani yorumlamayı, o tarihlerde yaşamış olanların kavradıkları tarza mümkün olduğunca yaklaşarak, gerçekleştirebilmektir. Bunun için ise, tabletlerin, anlatım tarzlarının ortaya çıktığı dönemlerin temel yaşam koşullarının ve ilişki biçimlerinin tanınması gereklidir. Çünkü tabletlerin kavramlarını, eski toplumun ‘hayal’ adı verilen algılama tarzlarını belirleyen bu temel yaşam koşullarıydı. O toplulukların kavramları, kurumları, içinde yaşadıkları dönemin koşullarınca belirlenen algılama tarzları içinde anlam buluyorlardı.
Bu alanda çalışan uzmanlarımızın, tabletlerin gelişigüzel yazılmış, herhangi birisinin aklına geleni aklına geldiği gibi aktardığı yazıtlar olduğundan yola çıkmamaları gereklidir.
Kuran’ın içinde de çok yaygın olarak, erken Mezopotamya ilahilerinde yer almaya başladığını gördüğümüz kalıp kavramlar kullanılmaktadır.
Orada, Tanrı, “Yer ve Gök”e “huzuruma gelin!” dediğinde, bu “Yer” ve “Gök”ü Mezopotamya ön toplulukları olarak ele almayan bir yaklaşım, anlatımda sadece alaya alınacak bir Muhammed bulabilirler.
Gelgelelim, Muhammed’in alaya alınan bu yaklaşımı, İsacı kitaplarda “İlk insan Yer’den, ikinci İnsan Gök’ten yaratılmıştır…” halini aldığında bu alay, derhal, alaya alanların bilgisinden şüpheye dönüşmeye başlar.
Sadece “Adem”i değil, Adem’in yanısıra “sürüngenler”i ve “Gök’te uçan kuşlar”ı da Tanrının “Toprak/Yer”den yarattığını yazan Tevrat’a ve daha önceki erken Akado-Sammaru ilahilerine doğru ilerlediğimizde ise, “yaratıldığı” sırada “gözü kapalı” olan önceki Adem’in şimdiki torunlarının “gözleri açılmaya” başlar!
Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik
Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-2
Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-3
Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-4
Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-5
Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-6
Dinlerin Eleştirilmesinde Yöntem ve İçerik-7