Aleviliğin Mezopotamya Tarihindeki Temelleri ve Evrimi…
İslam için “domuz yasağı”nın nedenleri az-çok tartışılmıştır ama, Alevilik için , “Tavşan yasağı” gibi sorunların yüreklice ortaya atılması ve tartışılması da çok önemlidir.
Aslında, Alevi - Bektaşilik veya Süryanilik, Yezidilik “gizli - saklı”lıktan çıkarıldıkları ölçüde varlıklarını kaybetmekten kurtulacaklardır.
Bu tür din veya mezhepler için “tabu” addedilen konular, sorular gizlendikçe, bu tür soruları sormak utanç konusu olarak algılandıkça, onlar kendi benliklerinden uzaklaşmakta ve “başka bir şeye doğru…” dönüşmektedirler.
Bektaşiliği, asıl olarak, onun içinde yüzdüğü “gizlilik deryaları” kaybetmiş, tüketmiştir. Şimdiki Aleviliğin İslami evrimini ise, oldukça açık olarak izleyebiliyoruz. AKP ve MHP bile “Alevileşiyor” ise, bunun öteki yüzü, Alevilerin AKP’lileşmesi, MHP’lileşebilmesidir.
Güya "Hazreti Ali'ye" dayandırılarak aktarılan Alevilik tarihçeleri, aslında bu “İslamizasyon” dönüşümünde, İslam’ın “ilk başarısı” olmuştur.
Sayın Ali Murat İrat’ ait aşağıdaki yazıyı tesadüfen okudum. Keşke bu yazısını TvT’de bizimle de paylaşsaydı.
O zaman 10 bin yıllık Göbekli Tepe kaya kabartmalarından bu yana karşımıza çıkan Domuz, Aslan, Turna, Tavşan... motiflerinin Alevi-Bektaşi inancındaki tarihsel yeri hakkında daha önce bir tartışma olanağı yakalayabilirdik belki.
İslamın ve-ya Museviliğin “Domuz yasağı” ile ilgili yüzeysel veya hatalı, tikel motiflerle “teori” oluşturma girişimlerine karşı bilgilenme fırsatı oluşturabilirdik..
Tarihteki hiçbir toplum biriminde, hiçbir totem hayvanın veya totem-tabu bitki motifinin tek başına “gerekçeler”le ele alınmayacağını daha iyi görme fırsatımız olabilirdi.
Dolayısıyla her mezhep veya dinin, eski toplumda, farklı toplum birimlerin kendi içinde ve öteki toplum birimleriyle kurmuş olduğu ilişkilerin kurallarına dayanmış olduğunu, toplum bilim kurları uyarınca ortaya koymaya çalışabilirdik.
Yine de gecikmiş sayılmayız.
Devam edeceğiz.
*-*-*-*
Alevilikte Muhafazakârlaşma
Ali Murat İRAT
http://www.alevigundem.com/
Anadolu Aleviliği tarihsel oluşum sürecinde iki önemli kırılma noktası yaşamıştır.
Bunlardan ilki, hiç kuşkusuz Batîn özelliklere Şii unsurların girmeye başladığı Safeviler dönemiyken, diğeri ise “modern” Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte başlayan “felsefi aşınma” dönemidir.
İlk kırılma döneminde Aleviler Alevilikle birlikte evrildiler ve Anadolu Aleviliği’nin hemen hemen son şeklini almasına neden oldular.
Ancak ikinci kırılma dönemi olan Cumhuriyetin ilanıyla başlayan süreç Alevilerin Alevilikten farklılaşmasına ve giderek başka bir anlayışın taşıyıcıları olmasına neden olmuştur.
İkinci kırılmayla beraber Alevilerin dünyayı anlamlandırdıkları ve kodladıkları değerler sistemi pozitivist etkilerin altında şekillenmeye başladı. Cumhuriyet tarihi boyunca hemen hemen bütün modernist ve pozitivist yaklaşımlara koşulsuz destekler veren Alevilerin, böylelikle Aleviliğin pozitivist olmayan doğasından da yavaş yavaş sıyrılmaya başladıkları gözlendi. Gelinen nokta kırılmanın en fazla hissedilmeye başlandığı 1980’ler sonrasıdır. Sistemin ortodoks elemanlarının Alevilere, yalnızca Alevi oldukları için değil, aynı zamanda “sol”da durdukları için de baskı kurdukları yıllar da bu yıllardır.
Bugün Alevilik ne Osmanlı dönemindeki gibi kendine has bağlamlar oluşturabilecek düzeydedir ne de kendisini Alevi olarak tanımlayan kitlenin tartışılmaz gösterenedir. Alevilik bugün çoğu Alevinin aklında muğlaklaştırılmış ve bunun için bilinçli ya da bilinçsiz denemeler yapılmış ve gelinen noktada yok edilmeye yüz tutmuştur. Her şeyden önemlisi Alevilik bağımsız bir imge olmaktan çıkarılmıştır. Bugün adının nerden geldiğinden inanç bağlamında hangi sınırlar içerisinde olduğuna kadar hemen hemen her konu tartışma konusu yapılmaktadır. Alevi olmanın en önemli olmazsa olmazı olan “gnostik öğreti” ya da “batıni” kodlamalarla yaşama yön verme, yerini sadece “en azından Sünni olmamaya” bırakmıştır. Artık ortalama Alevi birey için gelinen nokta “eğer Sünni değillerse” ne oldukları sorusunun sorulmaya başlanmasıdır.
Alevi birey tarihi boyunca hiçbir dönem ne olduğunu sorgulama kaygısıyla hareket etmemiştir. Ancak son yirmi yıldır Aleviler, sistemin ve özellikle muhafazakar söylemin belirlediği sınırlar içerisinde Aleviliği tanımlamaya çalışmaktadır.
Herşey ortodoks-muhafazakar yapının belirlediği şekliyle sürdürülmektedir. Aleviliğin ne olduğu, adının nereden geldiği, İslamın neresinde olduğu gibi oldukça kritik ve bilmeyenin susması gereken durumlarda herkes belirlenen sınır ve sembollerle konuşmakta ve konuştukça problemi muhafazakar çerçevede netleştirmektedir!
Alevi kimlikleriyle kitaplarını sattırmaya çalışan bazı yazarlar ise Aleviliği anlattığını sanarken Şiiliğin propagandasını yapmaktadır. Toplum, Aleviliği özellikle bu insanlardan öğrenmektedir. Bugün genellikle 1990’larda basılan kitaplara baktığımda zaman zaman tüylerimin ürperdiğini hissediyorum. Hala Şeyh Bedreddin’in Alevi olduğunu iddia edebilecek kadar tarihi bilgiden yoksun, Mustafa Kemal’in sıkı bir Bektaşi olduğunu öne sürebilecek kadar gözü kapalı, Osmanlı’nın ilk padişahlarının Alevi olduklarını söyleyebilecek kadar “ünlü” yazar çizer takımı bugünkü “kaybolmaya yüz tutan” Alevi bireyin oluşumunun baş sorumlusudur. Şartlarını zorlayarak, söylediklerine inanılmayacağını bile bile Alevilik hakkında yazan muhafazakarlar ise bu yazılanları sanırım ellerini ovuşturarak okudular. Çünkü Alevilik “Hızır” geleneğine takılmıştı yine.
Bugün bazıları hayatta olmayan, bazıları televizyonların üçüncü sınıf tartışma programlarında boy gösteren Alevi kökenlilerin Aleviliği getirdiği noktaya oldukça içler acısıdır. Alevilik can çekişmektedir. Alevilerin verdiği mücadeleler ise olması gereken sınırlar içerisinde yürütülmektedir.
Alevilik için verilen mücadelelere bakalım.
1) Zorunlu din derslerinin müfredattan çıkarılması
2) Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması ya da yeniden düzenlenmesi
3) Müfredatta Aleviliğe yer verilmesi.
Bunlar Aleviliğin kendisini değil, Alevileri ve onların demokratik açılımlarını içermektedir ve herhangi başka bir inanç grubu için de istenmesi gereken (ve hatta Alevilerin de destek vermesi gereken) taleplerdir. Bunların olduğunu varsayalım [ki bence çok uzak değildir] Alevilerin sorunları çözümlenmiş mi sayılacaktır. Öyle olsa bile Aleviliğin sorunları ortadadır ve bu sorunlardan en önemlisi Alevilerin modernist ve pozitivist anlayışlarının gittikçe güçlenmekte oluşu ve bazı Alevi grupların faşizan bir yapıya doğru evrilmesidir.
Faşizmin ekonomi politiği dışındaki özelliklerine bakacak olursak ne söylemek istediğim daha rahat anlaşılacaktır. Bugün İslam halkası dışındaki Alevilik tanımları ve Aleviliğin içerisinde barındırdığı yapılar kendisini ifade edemez duruma gelmiştir. Alevilik İslam halkasının içerisinde hapsedilmeye çalışılmakta bu amaca dernek ve örgütler aracı edilmektedir. Benzer şekilde, Aleviliğin farklı seslerini oluşturan yapılara söz hakkı verilmemektedir. Muhafazakarların kitaplarında yasal dernekler “terör odaklarıyla” yanyana anılmakta ve bir veri bozulması yaratılmaktadır.
Bugün güneşe Ali diye açılan eller inmekte ve yok edilmektedir. Tunceli’de Düzgün Baba, Erzurum’da Bulgur Dağı yok olmaya bırakılmıştır. Aleviler pozitivist dogmalara yaklaştıkça Aleviliğin kaybettiğini görmenin zor olmadığı noktadayız. Bugün evrensel dünyanın gerekliliklerini değil, Aleviliğin otantik gerekenlerini sürdürmek Aleviliğin bir başka “şey”e dönüşmesini engellemekle eş anlamlıdır. Bugün ister sınıf savaşımının bir ögesi olarak görülmek istensin, ister yalnızca bir inanç olarak algılansın, Aleviliğin gnostik bilgi anlayışının ve batın yanının akıllardan çıkarılmaması gerekmektedir.
Sözde evrensel olan modern dünyanın acımasızlığı içerisinde belki Alevilerin değil ama Aleviliğin tarihsel müttefikleri doğru tespit edilmelidir.