16.07.2008

...Ve Tanrı (lar) Yaratıldı Sonra!-3

...Ve Tanrı (lar) Yaratıldı Sonra!-3

16.7.2008

Kafü-nun’dan daha nişan yok iken
Bu görüp bildiğin Cihan yok iken
Hakka sığınacak mekan yok iken
Bizde gizlenmişti amasıyız biz.

(Harabi)

...Ve Tanrı (lar) Yaratıldı Sonra!-3

Değişik tasavvuf anlatımlarında, İncil’lerde,Tevrat ve Kuran’da, “yaratılış” aktarımlarında tek bir versiyon kullanılmadığını görmüştük. Avrupa aydınlanmacılığının hatalı felsefi temellerinden güç alan kaba ateizm, dinsel yaratılış versiyonlarını bir “kurgu”, “düşünsel tasarım” konuları olarak ele aldığı için, Mezopotamya kaynaklı yaratılış aktarımlarının farklı versiyonlarının nedenlerini göremediği gibi, diyelim ki, Kuran’da, Adem’in “su”dan, “nufte”den, “kan parçası”ndan, “kara toprak”tan, “yumurta”dan, “pişmiş kırmızı topraktan”, “kilden” vb. başlayan yaratılış aktarımlarında Muhammed çelişmesi ve mavallarını görmekten daha ileri gidememiştir.

Sonraki dinsel yaratılış anlatımları, bir dizi eski farklı yaratılış anlatımlarının zamanla bütünleşmiş özelliğini yansıtıyordu ; Muhammed’in farklı yaratılış elemanlarını, onlar sanki birbirleriyle hiç çelişmiyormuş gibi aktarmasının nedeni de, Muhammed dönemine ulaşan bir dizi farklı yaratılış versiyonunun bulunmasıydı ve Muhammed, farklı kavimlerin yaratılış aktarımlarına, hepsi de o sırada kutsallaşmış metinler olarak sahip çıkıp farklı bağıntılarda kullanmaktan başka bir şey yapmış değildi.

Farklı yaratılış versiyonlarının, eski toplum birimlerin, özel olarak kendi ön atalarının tarih sahnesine çıkma sürecinin anlatımları olarak şekillenmiş yazın-söylem biçimleri olduğu bir kez saptanınca, bize ulaşmış yazılı metinler, ayrıntılı bir analize tabi tutulabilecek hale gelmeye başlarlar.

Harabi veya diğer tasavvuf-Bektaşi, Alevi söylemlerinin dikkatle izelenmesi halinde de, “Yaratılış” versiyonlarının hiç de klasik Kuran söylemiyle paralellik taşımadığını; hatta son derece ilginç bir tarihçe tarzı olduğunu saptamaya başlarız.

Harabi’de şunları okumuştuk:

“Daha Allah ile Cihan yok iken
Biz anı var edip ilan eyledik
Hakk'a hiçbir layık mekan yok iken
Hanemize aldık mihman eyledik.”

Bu aktarım tarzının, genel tanımlara bezeli Kuran aktarım tarzına göre son derece ilginç olduğu görülüyor. “Allah ile Cihan”ın yokluk anına yapılmış böyle bir vurgu, kuşkusuz, tipik “yaratılış” varyantından son derece farklı bir dönemin anlatımı olarak bulunuyordu ve Harabi, özel olarak kendisine ait olmayan böyle bir aktarım tarzını dayandığı binlerce yıllık ön kaynaklardan almış, öğrenmiş ve aktarmış olmalıydı.

Harabi’nin dayandığı ön kaynaklara göre, bu önkaynaklar, öylesine eskiydi ki, ortada henüz “Allah ve Cihan” yok iken, Allah’ı ve Cihan’ı onlar ilan etme yoluyla “var ediyorlar”dı ve bu dönemde, ortalıkta henüz Hak’ka layık bir mekan, Beyt, Ev, Tapınak bile kurulmuş değildi; Bektaşi babalığının ön kaynakları, Tanrı’yı bizzat kendi hanelerinde, Beyt’lerinde, Tekke’lerinde barındırıyor ve misafir ediyorlardı.

Bu yaklaşım tarzı, Bektaşiliğin kendilerini “Beyt ehli”, “Ehli Beyt” olarak görmeleriyle tamamen uyumludur ve ortaya bu aktarım tarzı ortaya koyuyor ki, Mezopotamya’daki Bektaşi ön kaynakları, “Allah ve Cihan”dan çok daha önceki dönemlere dayanmaktaydı.

Bu durumda anlıyoruz ki, “Allah”, genel bir tanrı tanımı olarak var değildi ve Cihan kavramı da,bütün bir “Dünya”yı, “Evren”i anlatmıyor; son derece dar bir bölge tanımı olarak devreye giriyordu.Öyle ki, “Cihan” daha ilan etme yoluyla “var edilmemiş”, yani dinsel dilde “yaratılmamış” iken, Bektaşiliğin ön kaynakları ve onların “Hanesi”, yani tapınakları, Tekkeleri, daha o zamandan vardı.

Bu anlatım tarzına “maval” demek, ancak Mezopotamya tarihi bilinmiyorsa, olanaklıdır. Ya da, aslında Harabi’nin “özet”i, onların dayandığı ön topluluk bakımından yaşanmış tarihin onlar tarafından algılanış biçimlerinin bir ifadesiydi.

(Devam edecek)

**

...Ve Tanrı (lar) Yaratıldı Sonra!-1
...Ve Tanrı (lar) Yaratıldı Sonra!-2