20.06.2008

Karıma Hikâyeler : "Tanrıların Tarihi"

Karıma Hikâyeler

Karıcığım,

Var ettiysen de sen

Birlikte kocanla,

Rahminde o kutsal ürünü,

Taşıdıysan karnında aşk meyvesini,

Bir başka yere değil de

“Dünya’ya getirdiysen” dokuzuncu ayında onu,

Üzülerek söyleyeceğim,

Yine de bir tanrıça sayamam

Konumuzun bu yönüyle seni,

Karıcığım madem sordun, anlatacağım,

En eski “yaratılış”lardan birisini:

Eski tanrılar,

Sıkılmışlardı hep kendi aralarında olmaktan,

Sığırlarını kendileri güdüyor,

Yiyeceklerini hazırlıyorlardı bizzat kendileri,

Harmanı kendileri yapıyor,

Ağılı elleriyle temizliyorlardı.

Tanrı dediğin böyle mi olmalıydı?

Oturdular bir gün gök kubbeye,

Kâbe gibi bir tapınaktı orası,

Şanlı bir meclis kurdular meydanına,

Sedirlere kuruldular, önlerinde masaları,

Neşeyle doluyordu yürekleri ilahilerde,

Tanrılar ve tanrıçaların

Boşalmayan kadehleri dudaklarındaydı biteviye,

Neşeli söylevlerde geçiyorlardı kendilerinden,

Bir tanrı söz alıyordu kurulup kürsüsünde,

Devam ediyordu analarımızdan bir tanrıça sonra,

Ağıldaki hayvanları konuşuyorlardı

Coşkuyla tıpkı bir çoban gibi,

Tarladaki tahıllara dolu vurgununu anlatıyordu bir diğeri

Üzgünce tıpkı bir çiftçi gibi,

Laf lafı, konu da konuyu, açıyordu

Bir baba nasıl düşünürse evinin durumu,

Bir ana kaygılanırsa nasıl yiyeceğinden evin,

Öylesine gerçek konuları çözüyorlardı,

Verip inceden kafa kafaya.

Düşünüp taşındılar bulmak için

Her konuda en doğrusunu,

Sonunda bir karar aldılar:

“Hizmet etsinler” diye kendilerine,

İnsan’ı yaratacaklardı.

Tanrı da olsalar onlar,

Yine de kararlarının gerekçelerinde

Bir gariplik vardı:

Tanrıların hizmetçiye neden ihtiyaçları vardı?

Tanrılar, tanrıçalar yemekleri için,

İçecekleri için,

Dönüp dolaşıp,

Şu basit yaratığa,

Elleriyle topraktan yaratacakları

İnsanoğlu’na başvuracaklardı.

“Kul” olsun dediklerine,

“İnsanoğlu”na bağlanacaklardı böylece,

Hiç olmazsa yemekte,

Sürahilere doldurulacak kan gibi şarapta,

Tatlı pekmezde, arı sularda,

Birbirinden hoş içki ve mezelerde

Düşmüşlerdi kaderlerinde artık

Gaddar, hain ve haris İnsanoğlu’nun eline

“Tanrı düşürmesin” diyeceklerdi sonra

Kendi kaderlerine ağlayarak

İki gözleriyle kendileri,

“Biz tanrılar düşürdük,

Kendimizi İnsan’ın eline”

Diyeceklerdi sızlayarak içleri

“Kendi suretlerinde” yaratmışlardı o Âdem’i,

Tam bir nankör topraktandı o,

Gözü açılmadan daha,

Dalında salınan o güzelim ürünü,

Tanrıların yasakladığı meyveyi

Özellikle koparıp tıkınacaktı.

Haksızlık etmek hiç hoş değil,

İster o bir yırtıcı kuş olsun,

İster bal yapan arı,

İsterse toprağın adamı bir çiftçi,

Hakkaniyetli bir hâkim, alacakken bir karar,

Bunalır bazan, istemez yok yere günah almayı

Hep taşıdığımız sırtımızdaki örgü küfeye

Belki de “Yasak ürünü” yiyen Âdem değildi,

Kaburgasından yaratılmış Havva düzenbazıydı

Tanrıların kesin yasağına asi,

Tanrı kararını hiçe sayan.

Onurlu bir hâkim gibi davranacaksa insan,

Düşünmeli içtenlikle, incelemeli olayları,

O güzelim meyveyi dalından koparan,

Belki Havva anamız da değildi,

Karşı gelerek tanrılara doğrudan,

Yılan’dı Havva’nın kafasına bu zehiri sokan

Kışkırtan o ikisini beyinlerinde

Tanrılara meydan okutan!

Düşünsene, ne kötü olmuş olmalı,

Yaratıcı tanrıların durumu,

“Kul”- hizmetçi olsun kendilerine diye yarattıkları

Daha gözleri bile açılmamışken

Açmışlardı uzaklardan görünen isyan bayraklarını

Tanrılar, ne nefislerine güç yetirebilmişlerdi onların,

Ne de beyinlerine,

Elleriyle bizzat yarattıklarına

Yetmemişti güçleri tanrıların,

İnsan’ın beynine ve nefsine,

“Gök”ü yaratmaya,

“Yer”i yaratmaya,

İnsan’ı yaratmaya yetmişken güçleri

Şu basit yılan, ejderha,

Yılanlar yılanı Şahmeran,

Tanrılardan önceki tanrılardan biri olsa gerek

Yaratılmamışken daha İnsan,

Daha güçlüydü Adam’ı yaratan tanrılardan,

İnsan’ın beyninde oydu hâkim olan

Bu yüzdendir belki,

Hala nakışlarda kanaviçelere örer Şahmeranı

Alevi kızlar, yörükler,

İnce tığların izlerinde

“akıl”ın ve “nefis”in imzası diye,

Çeyiz yastıklarının dantellerini süsler

Şu basit yılan

Şu baştan çıkarıcı,

Akıl verici Şahmeran

"Gözleri bile açık değil"ken

Âdem ile Havva’nın,

Tanrılar meclisi kararıyla yaratılmışlardı onlar,

Çekip alıvermişse avuçlarının içine Şahmeran,

Tanrıların yarattıklarının beyinlerini daha ilk gün,

Bu işte bir iş olmalı sevgili karıcığım,

Kolay değil,

Şu yerde sürünüp toprak yalayan,

Şu kahrolası yılan,

Yılanlar yılanı Şahmeran,

Korkusuz bir isyankârdı,

Koskoca tanrılara karşı,

“Yer”i ve “Gök”ü yaratan,

Dönüp Arz’a Kubbe’de toplanan,

Ve hizmet etsin diye kendilerine

Bir Âdem yaratan…

Karıcığım çok haklısın,

Bu hikâyede gariplikler bir değil,

İki değil, farkındayım senin kadar,

Tanrılar sadece Havva’yla Âdem’e değil,

Diş geçirememiş olmalıydılar,

İsyankâr Şahmerana bile!

Böylesine güçsüz müydü tanrılar?

Karıcığım, haklısın Yer’den Göğ’e kadar,

Hikâyede gariplik üç değil, dört değil,

Farkındayım senin kadar,

Sadece Âdem, Havva ve Şahmeran’a

Söz geçirememiş olmaları da değil,

Tanrılara bu utancı yaşatan olaylar

Bahçede salınıp gezerken tanrı,

Sabah veya öğleden sonra

Nefes almak için dolaşır ya insan,

Kalmışsa küçük bir ormanda,

Hani şu cennet bahçesi,

Tanrılar tarafından kurulmuş olan,

Bitkiler ekili olan türlü türlü, bahçe,

Güneş daha çıkmamışken

Isıtmamışken serinliği,

Sabah makamında okunurken ezan,

Geziniyordu orada tanrı,

Sanki sormasa bulamazmış gibi yerini onun,

"Âdem, ey halifem, neredesin?”

Diye seslenmişti ona!

Neden görememiş de yerini küçücük bahçede

Sesli sesli çağırmıştı,

“Hu, Âdem, sana sesleniyorum,

Neredesin, söyle bana yerini” diye,

Susamış ve yorulmuş bir çiftçi,

Gelip de o sürsün artık sabanı diye

Nasıl seslenirse oğluna,

İçten ve emredercesine

Görmeden görünmezi gören,

Duymadan duyulmazı bilen

Bir tanrıya benzemiyordu o.

İşitince sesini cennet bahçesinde

Heybetli olması gereken bu tanrının,

Görüp saklanıvermişti bir çalı dibine,

“Gözleri kapalı” Âdem,

Kapalı gözle bir adam,

Görüp de seçebilirse eğer bir korku anında,

Türlü türlü bitkilerden cennet’te

Gizlenecek dibini bir çalı ağacının,

Âdem bile olsa,

Hani tanrıların yarattığı ilk İnsan,

Gözü kapalıyken,

Tanrıyı değil de,

Önce Yılan’ı,

Yılanların yılanı şahmeranı dinleyen,

Nasıl bulabilir görmeyen gözlerle bir çalı dibini

"Sakın yeme" denilen ağacın meyvesini.

Karıcığım, demek ki

Hikâyemizdeki “görmeyen göz”,

Görmeyen göz değildi,

Giderken neşeyle bir tavşan,

Eğlenerek arasında,

İn-cin top atarken yeşilliklerin,

Ya da çorak bir dağ yamacında,

Saptanırsa gökyüzünde uzak,

Sakin kanatlarında uçarken

Bir atmaca tarafından,

Sanki birkaç metrede uzakmış gibi tavşandan,

“Kapalı”yken gözleri

Görüyorlardı Havva ve Âdem,

Sanki bir atmacanın keskin gözüydü onlardaki

Hem ağacı ve hem de meyvesini,

Anlatıcı atalarımız da sanıyordu ki,

“Açılmamıştı daha gözleri”

Cahil de olsalar henüz,

Gözü açık, cin gibi değillerse de o sıra,

Bilgelik mertebesine ulaşmamış da olsalar daha,

Bir Bektaşi ayininde geçiş töreninde olduğu gibi,

Babamız sayılan Âdem,

Babamızı aldatan ve anamız sayılan Havva

Henüz cahil, cühela takımından da sayılsalar,

Burnu büyük tanrılar tarafından,

Görüyordu cıvıl cıvıl gözleri,

Atmaca nasıl görürse gökyüzünden

Uzakta çayırlardaki veya yamaçtaki tavşanı.

Söylenenlere bakılırsa

Anamız sayılan Havva,

Çok daha cevval olmalıydı Âdem’den

Şahmeran, şu yılan,

Yılanların şahı,

Atmıştı onun beynine kancayı önce.

Şahmeran, hani şu asi yılan

Kuran'da kovulmuş İblis olacak olan Şeytan,

Yılanlar yılanı Şahmeran,

“Bakmayın siz tanrılara…” demişti sakince,

“Yiyin ağacın meyvesinden!”

“Tanrı gibi olursunuz,

Daha üstünü hatta

Girse kutsal dişlerinizin arasına,

Kaynayan kazanda bir et parçası”

Gözü daha açılmamışken Havva'nın

Bir bakışta görmüştü bu “ağaç”ı,

Görmüştü onun “ürünü”nü,

Yenilmesi baldan daha tatlı,

Yenilmesi “bilgelik kazandıran ağacı”

Fakat “ağaç” ağaç değildi,

Ürün de ağacın meyvesi,

Unutma karıcığım,

Senin rahminde şekillenen çocuk da,

Aşkımızın meyvesi,

Senin rahminin ürünü.

Cennetin kenarında

Çınlıyordu Şahmeranın çığlığı:

“Tanrı gibi olacaksınız,

Tanrı olacaksınız düpedüz,

Hatta daha üstünü,

Tadın onun meyvesini!"

Bakınca ona Havva,

Derhal görmüş anlamıştı

“Bilgelik kazandıracak ağacı,

Bilgelik ürününü”

Demek ki karıcığım,

O ağaç ve o ağacın ürünü,

Tanrı yapıyordu düpedüz,

Kuru bir gövde olan

Âdem gibi ilk İnsan’ı,

Tadınca onlar ondan

Açılıyordu gözleri,

Bilgeler bilgesi oluyorlardı

Gözü açık uyanık,

Lafları ağzından sırayla çıkaran,

Göz açıp kapayana kadar geçen sürede

Bilge bir tanrı oluveriyordu ondan yiyen hemen

Gözü kapalı Âdem,

Kaba saba cahil bir çiftçi iken,

Açılınca gözleri bilgeliğe

Geçiyordu başımıza bir tanrı olarak

Anlamaya çalış karıcığım,

Zaten tanrıların tarihi

Bilgelerin tarihidir

Okunmamış daha

Gök’lerde yazılan

Fakat sanma ki zordur öğrenmesi,

Açılsa bir gözlerimiz,

Babamız sayılan Âdem gibi,

Anamız sayılan Havva gibi,

Cümle yazmak sayılır

Üçüncü sınıf öğrencisine

Tanrıların tarihi

****

Karıma Hikâyeler : "Tanrıların Tarihi"-1
Karıma Hikâyeler : "Tanrıların Tarihi"-2