NTV’deki bu konuşmaları değerlendiren-eleştiren yazılarda daha çok Kemalizm ile "iyi, güzel, doğru"nun bağları öne çıkarılmıştı; Şerif Mardin’e bu yöndeki eleştiriler de, bir bakıma, “Kemalizme haksız saldırı” anlamında serzeniş sınırlarında dolaşmıştır.
Şimdi “önemli sosyolog”lardan sayılan bu şahıs ve diğer katılımcıların konuşmalarına “bütünlüğü” içinde yaklaşma olanağını kullanabiliriz artık.
Bu "bütünlük", aslında Dünya ve Türkiye'de yeniden “din merkezli ümmet toplumu oluşumu” sürecine bağlıdır ve yaşanan bu süreç, ancak, küresel sermayenin kazanmakta olduğu özelliklerin yol açtığı toplumsal değişikliklerle birlikte anlam kazanabilir.
Dolayısıyla, insanbilime bağlı kalmak isteyen araştırıcı ve düşünürler, tahlillerini “arızi” olarak sadece Türkiye’deki dönüşümler ile, sadece İslam’da yaşanan farklılaşmalarla sınırlayamazlar; bunları, dünyanın şu anda yaşamakta olduğu ekonomik ve sosyal boyutlu kapsamlı sürecin temel özelliklerine ve yol açtığı sonuçlara bağlayarak analiz etmeye çalışırlar.
“Uluslar arası sermaye”, kelimenin gerçek anlamında, “etnik-ulusal” karakterini bütünüyle yitirerek, belki de ilk kez bu yeni çağda, taşıdığı bu tanımlayıcı kavrama tam bir uyum sağlıyor. Günümüzde bu süreç, "sermayenin küreselleşmesi" ile “ulus devlet” modellerinin dağılması haliyle, birbirlerinin neden ve sonucu olarak da yaşanmaktadır.
Eski çağın “sosyal devleti”nin yıkımı ile Türkiye’de AKP tarafından uygulandığı öne sürülen “bir çuval makarna-pirinç zekatı” temelinde yeni bir “sosyal ilişki” ağı oluşmaktadır ve aslında bunlar din temelli bir “sosyal devlet”in tanımlarını vermektedir bize. Burada "yardım veren" ve "yardım alan"ın "satın alma" ve "satılmış olma" motifleriyle konuya yaklaşmanın açıklayıcı bir değeri yoktur. Avrupa ülkelerinde de “Hıristiyan dinsel yardım kuruluşları”nın da giderek çok güçlü örgütlenmeler halinde geliştiklerini görüyoruz.İslami Vakıf, sosyal bir kurumdur ve İslami amaçlarla birlikte anlam taşııyor. Avrupa'da dini yardım kuruluşlarının gelişimi, tanıdığımız haliyle “sosyal devlet”in gerileyişi ve dağılması ile atbaşı gidiyor. Fransız devriminin ve Cumhuriyet’inin “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” biçimindeki “iyi, güzel, doğru”su, tıpkı tedavülde çok kalmış maden paranın aşınması gibi, gittikçe daha çok eriyor ve onun yerini Hiristiyan din merkezli “iyi, güzel ,doğru”lar almaya başlıyor.
Bütün dünya, bu süreci, aslında daha hızlı veya görece yavaş; daha acılı veya görece az acılı olarak yaşamaktadır. Sürecin bütün toplumsal ilişki biçimlerini ve var olan kurumlarının sonuçta alacağı bütün şekilleri şimdiden tam olarak bilmek belki de olanaksız. Zaten, NTV’de konuşan; anketler yapan-yayınlayan Soros fon destekli olsun veya olmasın bütün sosyologlar, medya mensupları ve hatta devlet yönetim kurumları, bir noktadan itibaren, yaşanmakta olan bu sürece ait yorumlarında tıkanıyorlar ve bir “bilinemezlik atmosferi”nde olduklarını, farklı ifadelerle de olsa, itiraf etmek zorunda kalıyorlar. NTV deki bu tartışmanın katılımcıları da, derinlemesine tanıyamadıkları bir sürece yeterince bağlayamadıkları konuları, nasıl, anlaşılmaz olarak sunmak zorunda kalacaklarının bir örneğidirler. Onların tıkandıkları noktaların çokluğu, tartışma argümanlarının ve bizzat konuşmaların “anlaşılır”lığının da bir ölçütünü vermektedir. Şerif Mardin’in konuşmaları bakımından Nuray Mert’i isyan ettiren ve “keşke hiç konuşmasaydı” dileği noktasına getiren de, bu durum olsa gerektir.
“Genel geçerli iyi,güzel,doğru” var mı?
Şerif Mardin’in tartışmaya taşıdığı, öncesiz, sonrasız genel geçerli bir “iyi, güzel, doğru” zaten hiç olmamıştı. Tartışma merkezine içeriği hiç belirlenmemiş olan ve salt kavram olarak kalan “iyi, güzel, doğru” üzerinden bir “bilimsel”liğin de pek fazla derin olamayacağı aşikardır.
Nitekim, Şerif Mardin’in konuşmalarında, Kemalizme eleştiri mahiyetinde ileri sürdüğü cümleler, hem salt kavram düzeyinde ve hem de içerik bakımından tam bir hamlık göstermek zorunda kalıyor. Şerif Mardin, Cumhuriyet öğretmeninde “iyi, doğru ve güzelin olmaması” biçiminde kesinlik arz eden bir cümle kurduğu zaman ulaştığı “ifrat”ın düzeyi, öteki fikirdaş katılımcıların bazıları tarafından bile kabullenilemez hale geliyor.
Şerif Mardin, bu günkü Türkiye’yi, Kemalist Cumhuriyet’ten İslami Cumhuriyet’e geçiş süreci içinde görüyor olabilir. Böyle görüyorsa, bu son derece doğru bir tespittir de. Fakat, bir akademisyenin işi, bu sürece ait, yalan yanlış argümanları ileri sürmek olmamalı.
Kemalizm, Mustafa Kemal dehasının ürünü değildi; İslam’ın da Muhammed dehası ürünü olmaması gibi. Kemalizm, 19. yüzyılda, dünyada “uluslaşma sürecinin” bir parçası ve Türkiye’deki yansıması, üstelik de gecikmiş bir yansımasıydı. Doğal olarak da, Kemalist Cumhuriyet’in de kendine ait “iyi, güzel, doğru”ları vardı. Diyelim ki, şimdi tedavülden kalkmış “ulusal bağımsızlık” , “ulusal ekonomi”, “ulusal siyaset” gibi retorikler ve uygulama kılavuzları ; sonradan milliyetçiliğin temeli olan “Ne mutlu Türküm diyene”; genç cumhuriyet'in iç ve dış politikasının kılavuzu olarak “Yurtta sulh,cihanda sulh” veya CHP’de devam ettiği şekliyle “6 ok”la ifade edilen "değer"ler, zamanla şekillendirilmiş ve teorik-felsefi temellere oturtulmaya çalışılmış Kemalizmin “iyi, güzel,doğru”lardı. Bunları var kabul etmemek, Şerif Mardin gibi "yaşayan en büyük sosyologlardan biri"ne has olabilir!
Medyada, kendisi de, “patronları” A.Doğan’ın “çalışanları” olan Ertuğrul Özkök tarafından “düşün adamı” payesiyle ödüllendirilmiş İsmet Berkan türü AKP’ciler tarafından “Türkiye’nin yaşayan en büyük sosyologlarından” diye tanıtılan Şerif Mardin’in bu şekilde “kompansasyonu”, yukarda ifade edilen gerçeği fazla değiştiremez.
Şerif Mardin, “büyük sosyolog” olarak değil, Türkiye’de, dinci gelişmeye düşün çevrelerinde “argüman” sunmaya çalışanlardan herhangi biri olarak bulunmaktadır karşımızda.. Sosyologluğu da, mesela , toplum tarihinde hiçbir zaman genel geçerli ahlaki,dini, ekonomik içerikli bir “iyi, güzel,doğru” olamayacağı ön gerçeklerini red eden zavallı bir “sosyoloji”ye dayalıdır.
Tarihsel sosyoloji bakımından, Muhammed’in haremi, nikahsız cariyesinden çocuk peydahlaması, 9 yaşında kız çocuğunu nikahlayıp zifafa girmesi, oğulluğunu boşattığı gelinini nikahlaması, kendi döneminin “ahlaki”, “hukuki” “iyi, güzel, doğru”su kapsamındaydı. Fakat toplumların gelişmesi, günümüzün modern ilişikileri bakımından Muhammed’in bu tür uygulamalarını “iyi, güzel, doğru” kapsamından çıkartır. Bu uygulamalar günümüzün modern ahlaki, sosyal ölçüleri bakımından, mesela Avrupa’da “çocuk cinsel istismarı” olarak hapsedilmeyi gerektirecek suçlar kapsamındadır artık.
İslami ümmet, ideolojik olarak daha çok teslim alındıkça, iman ettikleri dinin mantıki çıkarımlara daha çok bağlanmakta ; Kuran uygulama ve direktiflerinin gönüllü uygulayıcıları haline gelmektedirler... Toplumsal bilincin bu yöndeki evriminin Türkiye’de gündelik hayatın uygulamalarını nasıl değiştirdiğini görüyoruz: Cuma günü ilk öğretim okulunun tatil edilip küçük öğrencilerin namaza gitmesinde yukardan bir zorlama olduğu kadar, uygulayıcıların gönüllülüğü de devreye girmektedir. İdeolojik teslimiyet veya inanca bağlı "gönüllülük" alanındaki bu gelişmeler, kadınlar arasında "gönüllü kuma"lara ; "ikinci eş"e, "üçüncü eş"e dönüşme; ana-babaların 9 yaşındaki kız evladını elleriyle zifafa hazırlayıp dedesi yaşındaki bir erkeğe sunma haliyle falan devam edecek görünüyor.
Dini inanç veya ideolojik kabulleniş, onun zorunlu ön kabullerini gönüllülük temelinde yerine getirmek halinde de tezahür eder.Bu bir çeşit radikalizm sürecidir de. Ateist temele sahip Sovyet devrimi bile, sonraki radikalizmine başta sahip değilse, bu sadece Lenin’in daha “demokrat”, Stalin’in “daha baskıcı” olmasından ötürü değildi. İdeolojik tercihin toplumu teslim alışının ve “gönüllülük” uygulamasının yaygınlaşmasından da ötürüydü.
Doğal olarak, bütün bu süreçte, toplum, o an yaşadığı koşullara bağlı olan “iyi,güzel,doğru”yu, durmadan içerik değişimine tabi tutarak ilerlediği için, öncesiz, sonrasız, “iyi, güzel, doğru”lara bağlanmaz. Kamu mallarının satışını "vatana ihanet" olarak algılayan çizgiden, "elde tek bir kamu iktisadi teşekkülü bırakmama" çizgisine gelişte görüldüğü gibi. Cumhuriyet öğretmeninin " Yerli malı haftası" düzenlemesinin artık tamamen anlamsızlaşması gibi...Tıpkı “aile”nin , evlilik ilişkilerinin, ekonominin kazandığı değişimler gibi ve bunlardan ötürü, toplumun önüne her dönemde farklı “iyi, güzel ve doğru”lar göndere çekilir ve toplum da ona, içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak , olumlu veya olumsuz yanıt verir.