21.03.2010
Göbekli Tepe ve 'Tarih'e Objektif Bakış
Göbekli Tepe ve "Tarih"e Objektif Bakışın Önemi
Göbekli Tepe buluntusu, insan toplumunun tarihinde, sosyoloji tarihinde, sanat tarihinde vb. kendisine giderek önemli bir yer edinmeye başlamıştır.
Fakat yine de Göbekli Tepe’nin değerinin kabul edilemesi konusunda hala sorunlar olduğu da bir gerçek…
Göbekli Tepe’nin öneminin anlaşılmasına yönelik çabalarımız bazı “Türkçü” ırkçı reflekslerle karşılaşmıştı ve orada görülmüştü ki, “Sümer”cilik savunusu şeklinde bir çaba, açıkça Göbekli Tepe’yi küçümsüyor, yok saymaya, önemsizleştirmeye uğraşıyordu. Bilimsel tutum bakımından “Sümer”in, Göbekli Tepe’ye “karşıt” gösterilmesi veya Asurluların, Hititlere karşı çıkarılması vb. gibi bir yaklaşım elbette olamaz.
Akademi dünyamız veya bağımsız araştırıcılarımız, konularını "milliyetçi" motiflerle budamamalıdır.
Göbekli Tepe'nin Kürt veya Ermeni kökenli insanlar tarafından “sahiplenilmesi”, bu tarihsel gerçekliklerin "yok sayılmasına" gerekçe yapılamaz.
Mezopotamya ve Anadolu bir "insanlık alanı"dır ve dolayısıyla bütün insanlığın malıdır ve bu bakımdan da, genel “tarih”in kesintisiz bir “sürecinin” parçası olarak ele alınmalıdır.
Göbekli Tepe'nin totem hayvanları olmadan, bu hayvanların şekillerinin kayalara çizimi olmadan “Sümerlerin yazıya geçmesi”nin olanaksızlığı anlamında bir kesintisizlik ...
İşte asıl konu da budur.
Sayın Kramer, sayın M. İ. Çığ ve “Avrupalıların atası Türklerdir” türünde tezlerin savunucusu olan bazı ırkçı yaklaşım sahipleri, birbirleriyle tamamen aynı zeminde yer almıyor olsalar da, konuları öyle bir şekilde “Sümer”e, “Sümerlilere” bağlamışlardır ki, kendilerini, ve ayaklarını bu prangadan çekip çıkaramıyorlar.
Halbuki, insanbilime bağlı olanlar için, şu topluluk veya bu topluluk için özel bir “sevgi”, “aşk” beslemek diye bir şey yoktur. Teorik olarak da, kendi ayaklarımızı bağlayamayız.
Peki, insanın kendisini bu şekilde bağlaması bay Kramer ile sayın Çığ’da nasıl olabiliyor?
Ben aslında bunun, Marks ve Engels’te yaşanmış örneklerini de, “Tarih ve Mitoloji” bağlantısında vermiştim… Mark ve Engels, Homeros destanlarını, bütün çağdaşları gibi oldukça iyi biliyorlardı ama, yine de o anlatımlara kötü anlam yüklenmiş ve insan ruhunun tasavvuri anlatımları haliyle “mitoloji” olarak bakıyorlardı. Bu nedenle de, Homeros destanlarında söz konusu edilen Turuva (veya Troie) / İlyon yerleşimi, Alman yurttaşı Scheliman tarafından keşfedildiğinde, yer yerinden oynamasına karşın, Marks’tan da, Engels’ten de, her hangi bir tepki, benim bildiğim kadarıyla, gelmemişti. Oysa o sıralarda yayınlanmış birkaç kitaba, bakılırsa, Avrupa bilim dünyasının, Avrupa’daki akademilerin ne büyük bir çoşku, inanç değişimi geçirmekte olduğu kolaylıkla anlaşılabilir…
Marks ve Engels, bilim dünyasında böylesine devrim yaratan bir keşfi, Turuva’nın bulunmasını, ölü suskunluğuyla geçiştirmeyi denemişlerse, bunun nedeni, onların, Truva'nın keşfinden otuz yıl kadar önce, “her mitoloji, doğa güçleri üzerinde hayal alanında ve hayal aracığıyla egemenlik kurar. .” diye bir tezi formüle etmeleri ve ona sıkı sıkıya sarılı kalmalarıydı. Oysa, Homeros destanlarında konu edilen Turuva “mitolojisi”nin, hiç de “hayal alanında” ortaya çıkmış bir anlatım olmadığını, Scheliman ortaya çıkarmıştı. Yapılması gereken, bu yeni olgu ışığında, eski teorilerin, eski tezlerin gözden geçirilmesi ve düzeltilmesi idi. Bunu yapamayanlar, olguyu yok sayarak, teorik konumlarını muhafaza etmeye çalışmayı, bir “kurtuluş” addetmişlerdir.
Hukuk tarihini Jüstinyen’den, eğitim tarihini Jimnazyumdan, “uygarlığı”, civilisation’u, “kent-polis”ten başlatan eski Yunan için, bu anlamda öteki toplumların “hukusuz”, “cahil” ve “barbar” sayılması gibi, “tarih”in “yazı” ile eşdeğer tutulması yaklaşımı da, öteki toplulukların “tarihsiz”likle, “soylu olmamakla” itham edilmelerinin yolunu açıyor; bunun alt ideolojik temelini oluşturuyordu.
Neredeyse “Aydınlanma” döneminden beri, özel anlamıyla “Tarih”, sadece "Yazılı Tarih" olarak kavranmış ve bu yaklaşımın, etkisi giderek azalmış olsa da, günümüze kadar da devam etmiştir. Bu bir olgudur ve herhangi bir akademik ünvana sahip olmayanlar da, bu olguyu bilmektedirler.
Ama, artık bu, günümüz bakımından aşılması gereken bir dogma’dır ve bizler yazı yazmasını bilmeyen toplumların sözel tarihini öğrendikçe, arkeoloji ve antropoloji bilimleri, insan toplumunun yazının kullanılmadığı döneme ait “eski tarihini” yazmaya başladıkça, bu “akademik dogma” gündelik aktüel yaşamı anlatma gücünden yoksun kalmaya da başlamaktadır. Çünkü bu yaklaşıma göre, eğer “tarih”, sadece “yazılı tarih” ile eşit ise, “sözel tarih” diye bir şey söz konusu olamaz. Oysa biliyoruz ki, Destanlar, “Mitolojik anlatımlar” eski toplumun sözel tarih aktarım biçimlerinden başka bir şey değillerdir.
Tarih’i, sadece “yazılı tarih” olarak algılamak,öte yandan, eski toplumsal tarihi de, "tarih öncesi"na aktarmak demek oluyor ki, bizim şimdiki kavramlarımızla, bizler, Göbekli Tepe tarihçesini yazma denemelerimizle, “tarih öncesinin tarihi”ni anlatmaya çalışmış oluyoruz, vb..
Görüldüğü gibi, kelimesel bakımdan bile tamamen kullanılamaz olan bu “akademik dogma”dan kurtulmanın vakti çoktan gelmiştir.
Bay Kramer’in, “Tarih”i bu anlamda, akademik dogmaya bağlı kalarak, “yazının” icadı ve kullanılması dönemiyle eşitleyerek kullanmış olduğundan hareket edebilirdik…
Onun, “Sümerlerden önce hiçbir kültür yoktur” demiyor olmasından hareket edebilirdik…
Fakat, mesela, bay Kramer’in “Tarih Sümer’de başlar”
[ L’Histoire commence à Sumer (1956) ]; [ History Begins at Sumer] şeklindeki eseri, hiç de, yukardaki içeriğe uygun değildi…
Bu kitabın "içindekiler" bölümüne baktığımızda, Kitap başlığının salt "yazının bulunması" anlamındaki bir "Tarih" tanımıyla uygun olmadığı anlaşılmaktaydı.
Çünkü bu kitapta yer alan, toplam 39 (veya eklerle 41) adet "ilk"ler (“Sümer İlk’leri” bulunmaktaydı ...
[[ İlk açılan okullar…
İlk tarihçiler ...
İlk ahlaki kavramlar ...
İlk atasözleri ...
İlk Nuh ...
İlk aşk şarkısı...]]
Kitapta, “Tarih” ile eşitlenen “yazı”nın keşfi ve kullanımı da, bu "ilk"lerden sadece birisi olarak sunulmaktaydı….
Burada, bay Kramer, açık bir ifade ile, “Sümerlerden önce hiçbir kültür yoktur” demiyordu ama, söyledikleri sonuçta, “Sümer İlk’leri” yoluyla, bu yaklaşıma dayanıyordu.
Bu bakımdan, bay Kramer, kitabını yazdığı sıralarda bile, bu şekilde bir “Sümer İlk'leri” sıralamasını kullanırken daha dikkatli olmalı; her şeyi “Sümer(li)lere” mal edecek anlayışlara karşı, daha temkinli olmalıydı.
***
Bay Kramer'in “Tarih Sümer’de başlar” adlı kitabında yer alan “41 adet Sümer ilk'leri"nin tehlikeli sonucunun bizi nerelere ulaştırabileceğini sayın M.İ. Çığ’da görmeye başlıyoruz.
Bay Kramer’in kitabındaki algılamanın “her şeyi Sümerlilere bağlama” eğilimini nerelere kadar geliştirdiğini sayın Muazzez İlmiye Çığ'ın ; “Bütün Kültürlerin Kökeni Sümer” başlıklı bir kitabı hazırlamakta veya bitirmekte olduğunu ilan eden tutumundan da anlıyoruz:
“…Çoktan beri başladığım fakat araya giren diğer kitaplar yüzünden tamamlayamadığım Bütün Kültürlerin Kökeni Sumer kitabını bu yıl bitirmek niyetindeydim. Fakat daha önemli bulduğum “Tufan” konusu onu yine geriye bıraktı….”
( Bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Sumerlilerde Tufan, Tufan’da Türkler, sayfa. 9)
Burada anlaşılıyor ki, sayın Çığ, ilgili konudaki kitabının başlığını bile saptamış durumdadır: “Bütün Kültürlerin Kökeni Sumer ” !
Böylece, “Yazılı tarih” anlamındaki bir “Tarih Sümer'de Başlar” biçiminde hazırlanmış kitabın içeriğinin, kolaylıkla, ve bay Kramer'in, haklı olarak, Türkiye'deki en yetkili sözcüsü olarak gördüğümüz sayın M. İ. Çığ tarafından, “Bütün Kültürlerin Kökeni Sumer” haline getirilebilmiş olduğunu üzüntüyle izliyoruz.
Dolayısıyla, buradaki yaklaşım, “Sumer”den daha önceki “kültür”lere kendini kapatmış durumdadır ve ister istemez Göbekli Tepe’yi , “Bütün Kültürlerin Kökeni Sumer”e bir rakip, bir karşıt olarak görmeye başlar.
Eğer biz, bay Kramer’deki, bayan M. İ. Çığ’daki, bu hatalı ideolojik yaklaşıma dikkat çekiyor isek, şimdi iyice açığa çıkan “Sumer” öncesi kültür birikimlerini, “tarih birikimlerini” kolaylıkla ve bir ideolojik önbaskı ile karşılaşmadan inceleyebilmek içindir.
Bu durumda sayın Çığ’ın Göbekli Tepe veya Nevali Çöri buluntuları hakkında, şu ana kadar, benim bildiğim kadarıyla, bir şey söylememiş olması, tesadüf olabilir mi?
Bizim bu eleştirilerimiz, onlara yönelik bir “düşmanlık”, bir “haset”, bir “dahilik iddiası” vb. içermiyor. Tersine, onlara olan şükran duygularımız, bu uyarıcı tavırları açıkca takınmamızı gerektiriyor.
***
“Türkçü” ırkçılık temelinde “tarihçilik” yapmaya kalkışan biri olduğu anlaşılan M. Ünal Mutlu ise, bay Kramer’in “Sümer ilk’leri”ne ve sayın Çığ’ın “Bütün Kültürlerin Kökeni Sumer” formülasyonuna sarılması kadar doğal ne olabilir?
Böylece “çember” kapanmakta, “Kenger”/Sumer, her şeyin ilk ve tek’i olarak, “Tarihte, uygarlık adına ne varsa” biçimindeki engelsiz ve sınırsız anlamsız iddialar temelinde “Türk dünyasına” hediye edilebilmektedir:
“Tarihin ilk kenti Ordu(Eridu), ilk devleti, ilk üniversitesi, ilk hastanesi Kenger'dedir. Tarihte, uygarlık adına ne varsa - parlamenter sistem, hukuk, demokrasi, sanat, bilim, mühendislik, tıp vs- Kenger'de doğmuş ve olgunlaşmıştır..”
İnternet sayfalarında, bu konuda M. Ünal Mutlu’nun şöyle yazdığına ilişkin bilgilere rastlıyoruz:
[[Kenger adında antik tarihte, iki büyük 'ikiz uygarlık' vardır. Bugün bunlardan, Basra'nın kuzeyindeki Sümer, Aral'ın güneyindeki Harezm diye anılır.
Tarihin ilk kenti Ordu (Eridu), ilk devleti, ilk üniversitesi, ilk hastanesi Kenger'dedir.
Tarihte, uygarlık adına ne varsa,-parlamenter sistem, hukuk, demokrasi, sanat, bilim, mühendislik, tıp vs-Kenger'de doğmuş ve olgunlaşmıştır.
Tarihin en uzun yaşamış devleti Kenger devletidir. (2000 yıl).]]
(Bkz: M.Ünal Mutlu, Dünya Uygarlıklarında Türk Dili ve Kenger Uygarlığı)
***
Bütün bu nedenlerle, bu eski akademik kategorizasyonlara çok fazla bağlı kalmamaya özen gösterilmeli; Göbekli Tepe bulgularına karşı akademik çevrelerin yerleşik eski yargıları değiştiren yeni verileri “kabul etme”de gösterdiği direnci aşmaya çalışmalıyız.
***
Klaus Schmidt : Göbekli Tepe 2
http://toplumvetarih.blogcu.com/klaus-schmidt-gobekli-tepe-2/5345603
Göbekli Tepe ve Günümüz Toplumları
http://toplumvetarih.blogcu.com/gobekli-tepe-ve-gunumuz-toplumlari/5252387