15.11.2013

Hattuşili ve Abraham’da “ mirasçı uşak” motifi

“ mirasçı uşak” motifi 



….
Hatti'nin oğulları Hattuşa'da birbir­lerine düşmüşlerdi.
O zaman kızımı kullandılar ve onun erkek nesli olduğu için, onu bana düşman kıldılar: « Babanın tahtı için bir erkek çocuk yok!
Oraya bir uşak oturacak.
Bir uşak kral olacak »
dediler…..




Avram( İbram/Abram),
"Ey Egemen RAB, bana ne vereceksin?" dedi,
"Çocuk sahibi olamadım. Evim Şamlı Eliezer'e kalacak.
Bana çocuk vermediğin için evimdeki bir uşak mirasçım olacak."
Tanrı yine seslendi:
"O mirasçın olmayacak, öz çocuğun mirasçın olacak."





Hattuşili Vasiyeti’nin bu bölümü  de  çok önem taşıyor.

[[ ….« Babanın tahtı için bir erkek çocuk yok!
Oraya bir uşak oturacak.
Bir uşak kıral olacak » dediler.
Ve böylece o, Hattuşa kentini ve sarayı benden ayırdı,
ülke büyükleri ve benim kendi saray soylularım
bana karşı açıkça düşman oldular. ]]


Önce « Bir uşak kıral olacak » noktası.
«Bir uşağın  mirasçı olması » motifi, neredeyse aynı kelimelerle Eski Ahit’te, Abraham bağıntısında da yer almaktaydı:

“Tanrının  (Abram) Avram'la Yaptığı Antlaşma
Bundan sonra tanrı bir görümde Avram'a, "Korkma, Avram" diye seslendi, "Senin kalkanın benim. Ödülün çok büyük olacak."
Avram, "Ey Egemen RAB, bana ne vereceksin?" dedi,
"Çocuk sahibi olamadım. Evim Şamlı Eliezer'e kalacak.
Bana çocuk vermediğin için evimdeki bir uşak mirasçım olacak."
Tanrı yine seslendi:
"O mirasçın olmayacak, öz çocuğun mirasçın olacak."
( Bl.15/Yaratılış )

Eski Ahit’te, eski Sümer-Sami kayıtlarında ‘ev’ şimdi anlaşılan ‘ev’den çok iktidar makamı olma anlamında, genel bir sözcük olarak, kullanılır. Bu bakımdan Abraham’ın sözlerini sadece  ‘gayri menkul’ anlamında bir ev olarak değil, iktidar anlamında, genel varlıklar manasında, kavramak gerek. Zaten, daha sonra ‘öz oğlu’ İshak, onun yerine "mirasçı" olarak geçecektir. Sadece ‘evi’ni değil, bütün yetkilerini  devralacak;  "evin mirasçısı" olacaktır.
Hititlere ait  ‘kızkardeş karım’ akrabalık kavramını olduğu gibi  Hattuşili vasiyetinin bu  kavramını da benzer şekilde kullanan Eski Ahit’in bu davranışı basit bir yineleme, kopya çekme olarak ele alınmamalı. Benzer  akrabalık ve miras sistemlerinin kullanılıyor olması, Hitit etkisi hesaba katılmalı. Zaten  Hattuşili ile Abraham, tarihsel dönem olarak,  yaklaşık zamandaştırlar.  Hattuşili dönemi, orta kronolojiye göre 1650/1620 yıllarına tarihlenmektedir.
O zaman şu soru çıkıyor ortaya:
Buradaki “mirasçı uşak” deyiminin gerçek anlamı nedir?
Açıktır ki, hem Abraham’ın, hem de Hattuşili’nin şu veya bu şekilde başka akrabaları var olmalıydı ve bugün anlaşılan anlamda bir “mirasçı uşak”a sıra gelene kadar, onlar bu haklarını kullanabilirlerdi.
Bu noktayı « Babanın tahtı için bir erkek çocuk yok! » veya « Bana çocuk vermediğin için »  gibi açıklamalar üzerinden ele alabiliriz.

Hattuşili vasiyet belgesinde « oğlum » dediği erkek çocukları olduğuna göre, “taht için erkek çocuğu olmadığı” ifadesini açmak gerekiyor. Çünkü bu iddiayı  bizzat Hattuşili aktardığı için, onun gerçekten de böyle bir durumu var kabul ediyor olduğu gibi bir izlenim ortaya çıkmaktadır. Çünkü «.. bu bir iftira, yalan… » diye karşı çıkmıyor.

Sara da, kocası Abraham’a «çocuk vermeyen» bir « kızkardeş karı» idi. Abraham ve Hattuşili’nin ‘kızkardeş karıları’, evlendikleri kocalarına “çocuk vermeyen, vermemesi gereken” (“doğurmayan” değil!), bu anlamda ‘kısır’ olan  dini görevli kadınlar oldukları sonucuna varılmaktasdır.

Kocalarına çocuk vermeyen”  kategorisinde yer alan  dini görevli kutsal fahişe kadınları, Hammurabi Yasa maddelerini inceleme sırasında  ele almıştık. Bu tür dini görevli kadınlar, “kocalarına çocuk vermemek zorunda olmaları”na karşlılık, kendilerinin sahibi  oldukları cariye(y)(ler)i  kocalarına vermek ve  bu cariyeler üzerinden evlat edin(dir)mek zorundaydılar. Bu evlatlar, aynı zamanda bizzat kendilerinin de evlatları idi. Sara kocası Abraham'a ; Rebekka kocası İshak'a, kendilerinin sahip oldukları cariyeleri, elleriyle kocalarına sunarlar; sunmak zorundaydılar. Hammurabi kanun maddelerinde bu yöndeki hükümler oldukça açıktır. Sara ile Hacer arasında sorunlar çıktığında, Abraham, çok net ifadelerle, cariyenin sahibinin Sara olduğunu ve nasıl isterse öyle davranması gerektiğini söyleyerek, o dönemin ilişkilerini örneklemiş olmaktadır.

Abraham  ile Tanrı arasındaki konuşmalarda,  ‘öz evlat’  kavramı da kullanılmaktadır. Bu ‘öz’ ve ‘üvey’ evlat kavramı o sıralarda mı, devreye girmiştir, bunu bilemiyorum. "Öz/üvey evlat" ayrışmasını incelememiz gereklidir. Bu noktada, Homeros anlatımlarındaki "kusurlu çocuk","kusursuz çocuk" ayrımına dikkat çekmekle yetinmiştim. Hiristiyan ve Sümer inancında, "insanın günahla doğması" veya "hiç bir çocuğun günahsız doğmadığı" gibi  jargonlar bulunmaktadır. "Günah", "kusur", "kir" gibi kavramları "kurbanın kusursuzluğu" konusunda ele almış; bununla anlatılanın, kurbana her hangi bir damga vurulmamış olması ; her hengi bir organının daha önce  her hangi bir tanrıya adanmamış olması anlamlarına geldiğini açıklamıştım. "Erkek sünneti" bile, gerçekte bir "kusur"un ifadesidir ; damgalanma, işaretlenme ve  bir adak işlemine tabi olmuş olmaktır. Belki de eski Grek sporcularının çırılçıplak yarışmak zorunda oluşları, onların "kusursuz" oılduklarının ispatı için gerekiyor olabilirdi!
Yukarıda ele aldığımız metinlerde kullanılan  ‘uşak’ kavramının, şimdi anlaşılan anlamdaki  ‘köle’ ile eş tutulmadığı da görünüyor. Bu ‘uşak’, sahibinin temsilcisi özelliği taşımalıydı ki, o aynı zamanda  tek mirasçı  özelliği de taşıyabilmiş olsun.

« Uşak » biçimli ve köle anlamı taşımıyor olarak, bir kavrama Gilgamış’tan bu yana rastlıyoruz. Enkidu, birçok halde, Gılgamış’ın ‘uşak’ı gibi tercüme edilen kelimelerle tanımlanır.

Hatta, Kutsal Emanet’lerin Eridu’dan Uruk’a taşınması sırasında, Enki’nin veziri İsimmud ( veya tersten Dumuzi), vezir olmak özelliğinin yanı sıra, “uşak” olarak da nitelenmekteydi. Buradaki “köle”lik kavramı, muhtemelen “kul” olmak kavramının zamana bağlı bozulmasıyla ilgiliydi. Tıpkı, Musevilikte, Musevilerin topluluk olarak “tanrının kulu / kölesi” olmaları ve  Hıristiyan patrik veya papa’larının da, bu anlamda, “kölelerin kölesi” olmaları gibi… “Köle/kul” ve “kölelerin/ kulların kölesi/kulu”  biçimli bir kullanım jargonuna, Eski Ahit’te açık şekliyle, Nuh’dan itibaren rastlıyoruz.

İlyada anlatımlarındaki Truva’da da, Aşil’in kardeşliği Patraklos’un  konumu, “köle/kul” konusunda,  yukarda anlatılanlara yakın görünmektedir. İncelemelerimiz içinde gördük ki, Patraklos ve Aşil arasında olan türdeki ilişkilerde bir çeşit ‘ikiz kardeşlik’, kan kardeşliği, birbirlerinin yerine geçebilme hak ve özelliği bulunmaktaydı. Bu, Bektaşi-Alevilikte “Musahiplik”e, “Ahi”liğe benzer bir “kardeşlik” türü olabilirdi…

Bu anlatımlarda yer alan  «uşak», ilgililerin ‘kardeş’ ilan ettiği, ‘ikiz kardeşlik’ geleneğinin devamı olan bir kategoriyi ifade ediyor olmalıdır ki, zaten, karşılıklı ittifak içinde bulunan iki farklı toplum biriminde birbirlerinin simetrik eşdeğerleri olan  Dumuzi ve Enkidum ( veya iki  farklı “Dumuzi”/ iki farklı Enkidum)  arasında da, birbirlerine karşı “uşak”lık terminolojisi kullanılmaktaydı. Osmanlı’da, padişah’ın “kulu” olan  Vezir’ler veya Vezir-i Azam’ların bütün toplumun yöneticisi olmaları bir “çelişme” yaratmaz.

Demek ki, « uşak », evlatlık olarak alınmış, « evlat » edinilmiş ve fakat özel bir ‘kan bağı’ taşımıyor olan birisini de ifade edebilir. Bu noktayı incelemelerimiz içinde hatırda tutarak, Hitit Vasiyet’inin  ve Eski Ahit’in ilgili bölümlerini, bu şekilde anlamaya çalışmamız gerekecek.

Vasiyet’teki ikinci önemli nokta, « Hattuşa kentini ve sarayı benden ayırdı, ülke büyükleri ve benim kendi saray soylularım bana karşı açıkça düşman oldular... » biçimindeki açıklama…

Vasiyette  görüldüğü gibi, Hattuşili’nin sağlığında, « kızı » Hattuşa’yı, Hattuşili’nin elinden almıştı. Bütün   « ülke büyük­leri » de Hattuşili’ye cephe almışlardı. Bu, Hattuşili’nin kızının yasal olarak Hattuşa hükümdarlığının sahibi olduğu genel kanısından ötürü  olmalıdır.

Ülke büyükleri, burada neden ‘oğul’luktan azledilenin yanında değil de, kızın yanında yer aldılar? Hattuşa, başkent, kıraliyet makamı olarak mı, bu kızın tarafına geçti, yoksa  Hattuşili’nin Hattuşa’lı değil, Kussaralı olarak tanınması burada rol oynamış olabilir mi?

Bu soruları ben şu anda yanıtlayamıyorum.
 

*-*-*-*-*-*-*
[Not*: Daha sonra rastladığım bir bilgi :
  * “Kölelerin Kölesi”  deyiminin  Papa’lara, yani dini mertebenin en üstünde bulunanlara ait bir sınıflama olduğunu Patrik II. Mesrob’un bir Yılbaşı kutlaması konuşmasındaki açıklamaları da doğruluyor. Şöyle diyor  Patrik :
 “Örneğin Papalar’ın ünvanlarından biri de şöyledir:
‘Allah’ın kullarının kulu.’  
Bu çok güzel bir tanımlamadır.”


***

Nuh`un Oğullarında Köşeşik-Kulluk ve Kulların Kulluğu/Kölelerin Köleliği...
 
Gemiden çıkan Nuh’un oğulları Sam, Ham ve Yafet idi. Ham Kenan’ın babasıydı.
 
Nuh’un üç oğlu bunlardı. Yeryüzüne yayılan bütün insanlar onlardan üredi.
 
 
Nuh çiftçiydi, ilk bağı o dikti.
 
Şarap içip sarhoş oldu, çadırının içinde çırılçıplak uzandı.
 
Kenan’ın babası olan Ham babasının çıplak olduğunu görünce dışarı çıkıp iki kardeşine anlattı.
Sam’la Yafet bir giysi alıp omuzlarına attılar, geri geri yürüyerek çıplak babalarını örttüler. Babalarını çıplak görmemek için yüzlerini öbür yana çevirdiler.
 
 
Nuh ayılınca küçük oğlunun ne yaptığını anlayarak,
 
şöyle dedi:
 
 
“Kenan’a lanet olsun,
 
Köleler kölesi olsun kardeşlerine.
 
Övgüler olsun Sam’ın Tanrısı RAB’be,
 
Kenan Sam’a kul olsun.
 
 
Tanrı Yafet’e* bolluk versin,
 
Sam’ın çadırlarında yaşasın,
 
Kenan Yafet’e kul olsun.”
 
Nuh tufandan sonra üç yüz elli yıl daha yaşadı.
 
Toplam dokuz yüz elli yıl yaşadıktan sonra öldü.
 
 
Yaratılış










*-*-*-*-**-*-*-*-*-*-*-*-**-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*