Eski Sümer Dini Üzerine
Yazılı Mezopotamya tarihini yeterince incelemeden, toplum bilim alanında yapılan çalışmaların bir ayağı hep noksan kalıyor... ve yürüyüş tökezliyor.
Murat Belge, adeta “mayası bozuk”muş gibi ele aldığı “doğu toplumları”nın “kişiye tapma”sı konusunda esip yağarken, hayırhah tavır takındığı Hıristiyanlığın İsa’cılığında “kişiye tapma”nın, üstelik “bebeğe tapma” noktasına kadar uzanmakta olduğunu, maalesef bilmiyor. Gerçekten bilmiyor! Çünkü “kişiye tapma” deyince o, ya Orta Asya’daki Türkmenbaşı’ları örnek verebiliyor, ya da “tarihten” eski Mısır’da Firavunları! Tarih çapı ve bilgisi , ne yazık ki, bu kadar!
Mezopotamya’da yaşamış olan gerçek toplumların gerçek tarihlerini ve onların, insanlığın bütününe mal olan dini inançlarını, bu dinlerin, gerçek yaşama ait olarak ortaya çıkmış ve zamanla bozulup anlamsızlaşmış kurallarını tanımadan, kendi gerçek gündelik yaşamımızın değerlerini tanımak bile olanaklı değildir. Bu hususu yıllardır yazıyorum. Bu tür temel ilişkileri gereken ölçüde incelenmeden, sabah kalkınca başkalarına neden “selam” dediğimiz; şapka takma-çıkarma ile olan ilişkimiz, “mercimeği fırına vermek” sözünden neden kadın ve erkek arası cinsel ilişki bağlantıları çıkardığımız gibi, bir çok noktayı anlayamaz ve açıklayamayız.
Töreler hakkında yakınır, ama “amca oğlu-amca kızı” yakın akraba evlilik biçiminin İshak’ın “Büyük Oğlu” ve “Küçük Oğlu”nun “aayı kızı” ve “amca kızı” ile evlilik ilişki anlatımları olarak yer alan Eski Ahit’teki bağlantılarını saptayamayız.
13 ile 17 yaşındaki erkek çocukların “taş atma davaları”nı “çocuk hakları” bazında ele alır, ama 13 ile 17 yaş gurubundaki kız evlatlarımızın satış veya berdel yoluyla evlendirilip kadın haline getirilmelerinin tarihsel, sosyal nedenleri tanımaz ve tutarlı olmayan “ikili” tavırlar alırız.
Teorik konular ise, elbette bunlarla çok yakından ilgili. Fakat onları aşan ve daha derinlemesine ele alınması gereken bir alanda bulunuyor.
Diyelim ki “devlet” gibi devasa bir toplumsal örgütlenme ve işleyişe ait teorik-akademik bir konu var önümüzde...
Böyle bir "canlı organizma", onu doğuran toplumun “tarih rahmi”ndeki döllenişinden itibaren, aşama aşama tanınmadan ve her bir döneme ait kesitleri, önceki ve sonraki bağlantıları bakımından ortaya konulmadan çözümlenebilir mi?
Bırakalım kazıt bilim bulgularını, çözümlenmiş öteki tablet kayıtlarını bir yana, Mezopotamya dini literatürü olmadan, yine de, bu tür teorik konuların başarıyla ele alınabileceğini düşünmek doğru değil. Bu metodolojik bir taleptir.
Yakın zamanda yeniden göz attığım "Devlet" konulu bazı siyasi çalışmalar veya Akademik yayınlar, maalesef, kendilerine "başlangıç" için, en erken dönem olarak, Aristo ve Platon Yunanistan'ını alabiliyorlar ve genellikle de en fazla o dönemlere kadar geriye gidebiliyorlar; doğal olarak da "açılım"lar noktasında tıkanıyorlar.
"Eski Sümer Dini" ve Avestacılık, bu iki din bir arada ele alındığında, bizlere, birbirlerinin tamamlayıcıları olarak, Mezopotamya toplumlarının erken ilişki biçimlerini verirler. Tarihsel ve toplumsal temelinden koparılmış bir Avesta'ya yönelik filozofik yaklaşımların, konumuzu açıklayıcı fazla bir değeri olmadığı görülmüştür. Çünkü her şeyden önce, Kürtler arasında popülaritesi yükselmeye başlayan Avesta’nın ne “dediği” bile anlaşılabilmiş değildir.
Bu temel gerçeği örneğin bir Hollandalı akademisyen şöyle yineliyor:
"Homeros'un binlerce (sayfalık) kitabı yanında Zerdüşt'ün Gatha'ları sadece incecik bir kitapçık gibi gözükür. Ve bu kitaptaki dil olsun, içeriği olsun eski edebiyattaki eserlerin arasında en az anlaşılanıdır. Yoğun formu, çeşitli kelime oyunları ve söz dizim kurallarına aitliği bakımından zorlu sıralama, fikir çizgisinin orjinalliği aynı hatta gidiyor. Bunlardan anlaşıldığına göre, filozofik bakımdan yapılan bütün çabalara rağmen, Zerdüşt'ün bıraktıkları bütün yüzyıllar boyu girilmez kalmıştır..."
Bu sözlerle, gerçekte, bir kez daha, Mezopotamya tarihini yeterince incelememiş olma zayıflığına karşı bir “aydın özrü” veya “bahane”si öne sürülmüş olmaktadır. (Zerdüşt'ün İlahileri/Gathalar. Peri Yayınları, Sayfa,11) ( De Gatha's van Zarathoestra- Drs. G. J. A. Van Dantzig)
Oysa, Hollandalı bilim adamımız ve onu bizlere taşıyan Kürt aydınları, burada daha çok, Avesta'larla, erken dönem Sümer dinleri arasındaki bağlantıların yeterince ele alınmamış olmasını eleştirmeliydiler.
Avesta'nın erken Mezopotamya toplumlarıyla bağlantısının kurulmamış olmasına; Avesta’daki dinsel kavram ve jargonun kaynaklarının, bölgede yaşamış ve yaşayan toplulukların gerçek ve dini hayatında yeterince aranmamış olma eksikliğine vurgu yapılmalıydı.
Fakat Hollandalı akademisyenimiz de, çalışmasının ön açıklamalarında, Avrupa'lı "aydınlanmacılık" sınırlarını ve Nietzsche'in kavrayış alanını pek aşamadığını gösteriyor. Oysa, asıl yapılması gereken, Avesta yazılı metinleri ile, bu dinin yaşandığı ve uygulandığı, Asur, Hurri ve Pers toplumlarının örgütlenme ve yaşam tarihleriyle bağlarının derinlemesine ele alınması olmalıydı.
Avesta metinlerinin, MÖ. 1000 veya MÖ 600'lerde yaşadığı sanılan muhtemel bir Zerdüşt'e mal edilmeye kalkışılması, zaten konuyu baştan tarihsel bir çıkmazın içine sokmak demek oluyor. Kendi ayaklarına bizzat ateş edip kötürüm halde yarışmaya başlamak isteyen koşucunun durumu gibi bir şey bu… Avesta, içerdiği konu ve anlatımına soktuğu olaylar bakımından, rahatlıkla MÖ. 4. ve 5. binli yıllara kadar taşımaktadır bizi…
Erken Sümer ve Akad ilahileri ve-ya dinsel literatürü ile Eski Ahit'den geçerek İncil ve Kuran temel kavramları ve algılama biçimleri üzerine yapmış olduğumuz çalışmalar, bu dinsel metinlerin erken Mezopotamya topluluklarının karşılıklı ittifak ve çelişmelerinin ifade ediliş biçimleri olduğunu ve doğrudan doğruya, o toplulukların yaşam
tarzlarının zamanla bozulmuş anlatımlarına dayandığını açıklıkla ortaya koymuştur.
Avestaları ve öteki dinsel metinleri, artık yeterince tanımış olduğumuz erken Mezopotamya tarih eksenlerine oturtarak ele almaya başladığımız anda, mısralarında derin ve ulvi bir felsefi içerik keşfedilmeye kalkışılan Avesta'ların da, doğrudan doğruya, erken dönem topluluklarının kavramlarıyla, totem jargonlarıyla örülmüş bir tarih anlatımı olduğunu görmeye başlarız.
Örneğin Avesta:
" Size soruyorum Ahura Mazda,
benimle konuşun:
Dünya’yı aşağıya,
gök’leri yukarıya yerleştiren kim?
Suyu koruyan ve bitkileri yetiştiren kim?
Rüzgarları ve yüksek bulutları kovan kim?.."
(9. Gatha, 4..) (adı geçen kitap, sayfa.24)
dediği zaman, veya özellikle
-“kutsal sığırı yaratan”dan,
“toprağın ruhu’nun konuşmasından”,
”köpekler”den,
“ışık” tan,
“karan”lıktan,
“bitki”, “rüzgar”, “bulut”dan …
vb. bahsettiği zaman, bu kavramların, eski toplulukların coğrafi yerleşim alanlarına işaret ettiğini; Avesta topluluklarının hangi totem hayvan ve totem sunu bitkilerle ilişkili olduklarını; ritüel araçlarının “su” mu, “ateş”mi, yoksa “toprak” mı vb. olduğunu artık anlayabiliyoruz.
Avestacılığın kurban sunum biçimleri ve ölü defnetme kuralları, Sümer Dini'nde aktarılan defin biçimleriyle zıttır ve zıtlık halleriyle onları tamamlar. Ölü bedeni toprağa gömmeyi ve yakmayı yasaklayan bir Avestacılığın terminolojisini, filozofik derinliklerden çok, Göbekli Tepe'nin ceset kemiren yabani hayvanlarında, leş kargalarında, akbabalarında, ölü terk edilen gerçek yamyamlık alanlarında keşfetmek gerekiyor.
Sümer Dini'nin yazarı bay Hartmut Schmökel, doğrusu istenirse, çok güvenip dayanabileceğim bir yazar ve kazıtbilimci değildir ama, yine de, kazı raporları ve kazı sonuçlarından elde ettiği bilgileri toparlayıp sunma bakımından, okunması mutlaka yararlı olanlardan
birisidir.
Zaman kalırsa, yazarın yorumlarının eksik veya hatlı yanlarına dikkat çekmek ve yazarın Avesta ile Eski Ahit ve/ya Hıristiyanlık/ Süryanilik çizgileri ile kuramadığı ritüel bağlantılarını kurabilmek için bir dipnot düzenlemesi yapmayı düşünüyorum.
Örneğin “Sümer Dini”nin daha ilk satırlarında yer alan, rahiplerin dini törenlere çıplak katılmaları uygulamasını Nuh'un “Tufan” ritüelinden hemen sonraki ilk dönemlere ilişkin anlatımlarda görüyoruz... Nuh, Tufan sonrası, “Üzüm yetiştiriciliği mesleği”ni seçip de, şarap yapmaya başladığı için, şarap içmiş ve ( bir ritüelde) oğulları arasında bir çeşit görev düzenlemesi yaparken, “sarhoş olmuş” ve “çadır”da çırılçıplak yatmıştı...
“Manto”sunu iki oğlu çadırın içine keder geri geri gelerek, ona giydirmişlerdi. Nuh ise, Manto'sunu "sırtından alan" oğlunu “cezalandırır” gibi yaparak, ona, “kölelerin kölesi ol” diye sözde bir “beddua”da bulunmuştu. Açığa çıkartmış bulunuyoruz ki, “Kölelerin kölesi olmak” kalıpsal deyimi, o dönemin jargonu bakımından bir beddua değil, duadır ve Papalığa, Baş Rahipliğe atanmanın o zamanki bir ifade ediş tarzıdır.
Bay H. Schmökel ve tercümeyi yapan M. Turhan Özdemir, ortaya “yaşayan”, “canlı” bir dini fotoğraf çıkmasına hizmet edici bu tür noktaları çok fazla bilince çıkarmıyorlar.
Umalım, bu yöndeki çabalar, dinsel metinlerle, toplumumuzun bu günkü gerçek yaşamı, adetleri, ananeleri ve düşünce tarzıyla gereken bağların kurulmasını daha güçlü hale getirir.
Çünkü, bütün toplumlar aslında, bir ölçüde, kendi gerçek tarihlerinde yaşamaya devam ederler.
Ateizmin bilimsel temellere oturtulması çalışması da, zaten bütün bu temellerin ortaya konulma çabasından başka bir şey değildir.
Eski Sümer Dini Üzerine / 2