25.05.2009

Eski Sümer Dini Üzerine



Yazılı Mezopotamya tarihini yeterince incelemeden, toplum bilim alanında yapılan çalışmaların bir ayağı hep noksan kalıyor... ve yürüyüş tökezliyor.

Murat Belge, adeta “mayası bozuk”muş gibi ele aldığı “doğu toplumları”nın “kişiye tapma”sı konusunda esip yağarken, hayırhah tavır takındığı Hıristiyanlığın İsa’cılığında “kişiye tapma”nın, üstelik “bebeğe tapma” noktasına kadar uzanmakta olduğunu, maalesef bilmiyor. Gerçekten bilmiyor! Çünkü “kişiye tapma” deyince o, ya Orta Asya’daki Türkmenbaşı’ları örnek verebiliyor, ya da “tarihten” eski Mısır’da Firavunları! Tarih çapı ve bilgisi , ne yazık ki, bu kadar!

Mezopotamya’da yaşamış olan gerçek toplumların gerçek tarihlerini ve onların, insanlığın bütününe mal olan dini inançlarını, bu dinlerin, gerçek yaşama ait olarak ortaya çıkmış ve zamanla bozulup anlamsızlaşmış kurallarını tanımadan, kendi gerçek gündelik yaşamımızın değerlerini tanımak bile olanaklı değildir. Bu hususu yıllardır yazıyorum. Bu tür temel ilişkileri gereken ölçüde incelenmeden, sabah kalkınca başkalarına neden “selam” dediğimiz; şapka takma-çıkarma ile olan ilişkimiz, “mercimeği fırına vermek” sözünden neden kadın ve erkek arası cinsel ilişki bağlantıları çıkardığımız gibi, bir çok noktayı anlayamaz ve açıklayamayız.
Töreler hakkında yakınır, ama “amca oğlu-amca kızı” yakın akraba evlilik biçiminin İshak’ın “Büyük Oğlu” ve “Küçük Oğlu”nun “aayı kızı” ve “amca kızı” ile evlilik ilişki anlatımları olarak yer alan Eski Ahit’teki bağlantılarını saptayamayız.

13 ile 17 yaşındaki erkek çocukların “taş atma davaları”nı “çocuk hakları” bazında ele alır, ama 13 ile 17 yaş gurubundaki kız evlatlarımızın satış veya berdel yoluyla evlendirilip kadın haline getirilmelerinin tarihsel, sosyal nedenleri tanımaz ve tutarlı olmayan “ikili” tavırlar alırız.
Teorik konular ise, elbette bunlarla çok yakından ilgili. Fakat onları aşan ve daha derinlemesine ele alınması gereken bir alanda bulunuyor.

Diyelim ki “devlet” gibi devasa bir toplumsal örgütlenme ve işleyişe ait teorik-akademik bir konu var önümüzde...

Böyle bir "canlı organizma", onu doğuran toplumun “tarih rahmi”ndeki döllenişinden itibaren, aşama aşama tanınmadan ve her bir döneme ait kesitleri, önceki ve sonraki bağlantıları bakımından ortaya konulmadan çözümlenebilir mi?

Bırakalım kazıt bilim bulgularını, çözümlenmiş öteki tablet kayıtlarını bir yana, Mezopotamya dini literatürü olmadan, yine de, bu tür teorik konuların başarıyla ele alınabileceğini düşünmek doğru değil. Bu metodolojik bir taleptir.

Yakın zamanda yeniden göz attığım "Devlet" konulu bazı siyasi çalışmalar veya Akademik yayınlar, maalesef, kendilerine "başlangıç" için, en erken dönem olarak, Aristo ve Platon Yunanistan'ını alabiliyorlar ve genellikle de en fazla o dönemlere kadar geriye gidebiliyorlar; doğal olarak da "açılım"lar noktasında tıkanıyorlar.

"Eski Sümer Dini" ve Avestacılık, bu iki din bir arada ele alındığında, bizlere, birbirlerinin tamamlayıcıları olarak, Mezopotamya toplumlarının erken ilişki biçimlerini verirler. Tarihsel ve toplumsal temelinden koparılmış bir Avesta'ya yönelik filozofik yaklaşımların, konumuzu açıklayıcı fazla bir değeri olmadığı görülmüştür. Çünkü her şeyden önce, Kürtler arasında popülaritesi yükselmeye başlayan Avesta’nın ne “dediği” bile anlaşılabilmiş değildir.

Bu temel gerçeği örneğin bir Hollandalı akademisyen şöyle yineliyor:
"Homeros'un binlerce (sayfalık) kitabı yanında Zerdüşt'ün Gatha'ları sadece incecik bir kitapçık gibi gözükür. Ve bu kitaptaki dil olsun, içeriği olsun eski edebiyattaki eserlerin arasında en az anlaşılanıdır. Yoğun formu, çeşitli kelime oyunları ve söz dizim kurallarına aitliği bakımından zorlu sıralama, fikir çizgisinin orjinalliği aynı hatta gidiyor. Bunlardan anlaşıldığına göre, filozofik bakımdan yapılan bütün çabalara rağmen, Zerdüşt'ün bıraktıkları bütün yüzyıllar boyu girilmez kalmıştır..."

Bu sözlerle, gerçekte, bir kez daha, Mezopotamya tarihini yeterince incelememiş olma zayıflığına karşı bir “aydın özrü” veya “bahane”si öne sürülmüş olmaktadır. (Zerdüşt'ün İlahileri/Gathalar. Peri Yayınları, Sayfa,11) ( De Gatha's van Zarathoestra- Drs. G. J. A. Van Dantzig)

Oysa, Hollandalı bilim adamımız ve onu bizlere taşıyan Kürt aydınları, burada daha çok, Avesta'larla, erken dönem Sümer dinleri arasındaki bağlantıların yeterince ele alınmamış olmasını eleştirmeliydiler.

Avesta'nın erken Mezopotamya toplumlarıyla bağlantısının kurulmamış olmasına; Avesta’daki dinsel kavram ve jargonun kaynaklarının, bölgede yaşamış ve yaşayan toplulukların gerçek ve dini hayatında yeterince aranmamış olma eksikliğine vurgu yapılmalıydı.

Fakat Hollandalı akademisyenimiz de, çalışmasının ön açıklamalarında, Avrupa'lı "aydınlanmacılık" sınırlarını ve Nietzsche'in kavrayış alanını pek aşamadığını gösteriyor. Oysa, asıl yapılması gereken, Avesta yazılı metinleri ile, bu dinin yaşandığı ve uygulandığı, Asur, Hurri ve Pers toplumlarının örgütlenme ve yaşam tarihleriyle bağlarının derinlemesine ele alınması olmalıydı.

Avesta metinlerinin, MÖ. 1000 veya MÖ 600'lerde yaşadığı sanılan muhtemel bir Zerdüşt'e mal edilmeye kalkışılması, zaten konuyu baştan tarihsel bir çıkmazın içine sokmak demek oluyor. Kendi ayaklarına bizzat ateş edip kötürüm halde yarışmaya başlamak isteyen koşucunun durumu gibi bir şey bu… Avesta, içerdiği konu ve anlatımına soktuğu olaylar bakımından, rahatlıkla MÖ. 4. ve 5. binli yıllara kadar taşımaktadır bizi…

Erken Sümer ve Akad ilahileri ve-ya dinsel literatürü ile Eski Ahit'den geçerek İncil ve Kuran temel kavramları ve algılama biçimleri üzerine yapmış olduğumuz çalışmalar, bu dinsel metinlerin erken Mezopotamya topluluklarının karşılıklı ittifak ve çelişmelerinin ifade ediliş biçimleri olduğunu ve doğrudan doğruya, o toplulukların yaşam
tarzlarının zamanla bozulmuş anlatımlarına dayandığını açıklıkla ortaya koymuştur.

Avestaları ve öteki dinsel metinleri, artık yeterince tanımış olduğumuz erken Mezopotamya tarih eksenlerine oturtarak ele almaya başladığımız anda, mısralarında derin ve ulvi bir felsefi içerik keşfedilmeye kalkışılan Avesta'ların da, doğrudan doğruya, erken dönem topluluklarının kavramlarıyla, totem jargonlarıyla örülmüş bir tarih anlatımı olduğunu görmeye başlarız.

Örneğin Avesta:

" Size soruyorum Ahura Mazda,
benimle konuşun:
Dünya’yı aşağıya,
gök’leri yukarıya yerleştiren kim?
Suyu koruyan ve bitkileri yetiştiren kim?
Rüzgarları ve yüksek bulutları kovan kim?.."
(9. Gatha, 4..) (adı geçen kitap, sayfa.24)

dediği zaman, veya özellikle

-“kutsal sığırı yaratan”dan,
“toprağın ruhu’nun konuşmasından”,
”köpekler”den,
“ışık” tan,
“karan”lıktan,
“bitki”, “rüzgar”, “bulut”dan …
vb. bahsettiği zaman, bu kavramların, eski toplulukların coğrafi yerleşim alanlarına işaret ettiğini; Avesta topluluklarının hangi totem hayvan ve totem sunu bitkilerle ilişkili olduklarını; ritüel araçlarının “su” mu, “ateş”mi, yoksa “toprak” mı vb. olduğunu artık anlayabiliyoruz.

Avestacılığın kurban sunum biçimleri ve ölü defnetme kuralları, Sümer Dini'nde aktarılan defin biçimleriyle zıttır ve zıtlık halleriyle onları tamamlar. Ölü bedeni toprağa gömmeyi ve yakmayı yasaklayan bir Avestacılığın terminolojisini, filozofik derinliklerden çok, Göbekli Tepe'nin ceset kemiren yabani hayvanlarında, leş kargalarında, akbabalarında, ölü terk edilen gerçek yamyamlık alanlarında keşfetmek gerekiyor.

Sümer Dini'nin yazarı bay Hartmut Schmökel, doğrusu istenirse, çok güvenip dayanabileceğim bir yazar ve kazıtbilimci değildir ama, yine de, kazı raporları ve kazı sonuçlarından elde ettiği bilgileri toparlayıp sunma bakımından, okunması mutlaka yararlı olanlardan
birisidir.

Zaman kalırsa, yazarın yorumlarının eksik veya hatlı yanlarına dikkat çekmek ve yazarın Avesta ile Eski Ahit ve/ya Hıristiyanlık/ Süryanilik çizgileri ile kuramadığı ritüel bağlantılarını kurabilmek için bir dipnot düzenlemesi yapmayı düşünüyorum.

Örneğin “Sümer Dini”nin daha ilk satırlarında yer alan, rahiplerin dini törenlere çıplak katılmaları uygulamasını Nuh'un “Tufan” ritüelinden hemen sonraki ilk dönemlere ilişkin anlatımlarda görüyoruz... Nuh, Tufan sonrası, “Üzüm yetiştiriciliği mesleği”ni seçip de, şarap yapmaya başladığı için, şarap içmiş ve ( bir ritüelde) oğulları arasında bir çeşit görev düzenlemesi yaparken, “sarhoş olmuş” ve “çadır”da çırılçıplak yatmıştı...

“Manto”sunu iki oğlu çadırın içine keder geri geri gelerek, ona giydirmişlerdi. Nuh ise, Manto'sunu "sırtından alan" oğlunu “cezalandırır” gibi yaparak, ona, “kölelerin kölesi ol” diye sözde bir “beddua”da bulunmuştu. Açığa çıkartmış bulunuyoruz ki, “Kölelerin kölesi olmak” kalıpsal deyimi, o dönemin jargonu bakımından bir beddua değil, duadır ve Papalığa, Baş Rahipliğe atanmanın o zamanki bir ifade ediş tarzıdır.

Bay H. Schmökel ve tercümeyi yapan M. Turhan Özdemir, ortaya “yaşayan”, “canlı” bir dini fotoğraf çıkmasına hizmet edici bu tür noktaları çok fazla bilince çıkarmıyorlar.

Umalım, bu yöndeki çabalar, dinsel metinlerle, toplumumuzun bu günkü gerçek yaşamı, adetleri, ananeleri ve düşünce tarzıyla gereken bağların kurulmasını daha güçlü hale getirir.

Çünkü, bütün toplumlar aslında, bir ölçüde, kendi gerçek tarihlerinde yaşamaya devam ederler.

Ateizmin bilimsel temellere oturtulması çalışması da, zaten bütün bu temellerin ortaya konulma çabasından başka bir şey değildir.


Eski Sümer Dini Üzerine / 2

7.05.2009

Latmos and Pidasa,Latmos et Pidasa,Latmos und Pidasa

The Union of Latmos and Pidasa

L'Union de Latmos et Pidasa






Sur le texte d'inscription relative à l’union entre Latmos et Pidasa


http://209.85.129.132/search?q=cache:qmSCvxBA7VgJ:ashp.revues.org/index190.html+The+Union+of+Latmos+and+Pidasa&cd=10&hl=tr&ct=clnk&gl=tr&client=firefox-a


6 ) Passant en Asie mineure, on a dressé un panorama de la documentation disponible sur les sympolities, qui conduit de la Troade à la Lycie, et de l’époque classique à l’époque impériale.

On a souligné les interventions des rois dès la fin de l’époque classique en Troade et en Ionie (Téos-Lébédos, Éphèse), l’intérêt de la documentation numismatique qui présente deux ethniques associés l’un à l’autre (e. g. Plarasa et Aphrodisias), souligné la spécificité des sympolities lyciennes connues par l’épigraphie d’époque impériale, et mis en évidence l’intérêt du cas des deux Colophon d’une part, des nombreuses sympolities attestées pour la Carie d’autre part.

On a étudié l’inscription relative à l’union entre Latmos et Pidasa, W. Blümel, Epigr. Anat. 29 (1997), 135-142, dans la zone frontière entre la Carie et l’Ionie, après avoir rappelé ce que l’on sait de l’histoire de ces deux cités avant la fin du IVe s. av. J.-C. On a commenté l’importance dans le texte de l’homonoia, la création de la tribu Asandris, les rapports financiers entre les deux communautés, le culte de la Tauropole.

Pour caractériser ce texte par rapport aux autres conventions d’unions entre cités, on a souligné la réalité du déménagement des Pidaséens à Latmos et la construction de maisons sur la terre publique de Latmos, l’union des corps civiques prévue par les mariages, l’absence d’affichage de l’inscription à Pidasa, la fusion complète des deux communautés par disparition de celle de Pidasa.

C’est donc non une simple sympolitie, qualification proposée par A. Bencivenni, mais un véritable synœcisme, comme l’a défini M. Wörrle, que prévoyait le décret de Latmos, à l’instigation d’Asandros de Carie.

On a situé le texte dans la documentation déjà disponible sur la carrière de ce dynaste entre 323 et 313, et on s’est interrogé sur la durée de l’union entre les deux communautés, qui a dû être assez courte.


7) Le traité de sympolitie entre Milet et Pidasa, Milet I 3. Das Delphinion (1914), no 149, a permis de continuer l’histoire territoriale de la région du Grion et du Latmos. On a commenté le texte, le plus détaillé et le mieux conservé parmi les conventions de sympolitie, en examinant sa datation, en 187 ou 186 av. J.-C., en relation avec l’histoire d’Héraclée du Latmos, les institutions et le calendrier politiques de Milet, la défense de Pidasa (sens de l’expression « kata chôran » l. 17), les mesures permettant l’intégration fiscale progressive des Pidaséens. Si les Pidaséens ont sans doute en partie émigré à Milet déjà au moment de la conclusion de la convention, il n’est pas prévu qu’ils y émigrent tous; il est certain que le territoire rural de Pidasa, de fait assez éloigné de la ville de Milet, continuera à être exploité par les Pidaséens.

Les clauses fiscales permettent de restituer leur économie, dans un cadre géographique qu’éclairent la localisation de la ville et les témoignages des voyageurs anciens. Les Pidaséens reçoivent certes la citoyenneté milésienne, mais ne paraissent pas devoir être répartis dans les subdivisions civiques de Milet. Défendus par les Milésiens en cas de conflit avec une tierce cité, ils perdent d’un point de vue international la personnalité juridique d’une cité indépendante; mais ils semblent devoir conserver un statut institutionnel propre dans la cité de Milet, comme aussi leurs cultes poliades et leurs domaines sacrés et publics; on ne mentionne pourtant pas de magistrats qui leur soient propres. On a donc souligné les différences entre le synœcisme entre Latmos et Pidasa, avorté, et la sympolitie entre Milet et Pidasa, qui à terme se solda de fait par la disparition de cette dernière.

*-*-*
The text of inscription on the union between Latmos and Pidasa

6) Turning to Asia Minor, it gave an overview of the available documentation on sympolities which leads from the Troad to Lycia, and the classical age to the imperial age.

It was pointed out the contributions of kings at the end of the classical period in Troad and Ionia (TEOS-Lébédos, Ephesus), the interest of numismatic literature which has two ethnic associated with each other (eg Plarasa and Aphrodisias), emphasized the specificity of sympolities Lycian known epigraphy of the imperial era, and highlighted the interest of the two cases Colophon on the one hand, many sympolities certified for Carie other.

We studied the inscription on the union between Latmos and Pidas, W. Blümel, Epigr. Anat. 29 (1997), 135-142, in the border area between the caries and Ionia, after reviewing what is known about the history of these two cities before the end of the fourth century av. This has commented on the importance in the text of homonoia, the creation of the tribe Asandris, the financial relationship between the two communities, the cult of Tauropole.

To characterize it in relation to other agreements between unions cited, it was pointed out the reality of relocation Pidaséens to Latmos and building houses on public land Latmos, the union of the civic body under weddings, l failure to display the listing in Pidas, the full merger of the two communities of the disappearance of Pidas.

It is therefore not a simple sympolitie, qualification proposed by A. Bencivenni, but a true synœcisme as defined Mr. Wörrle, provided that the decree of Latmos at the instigation of Asandros of caries.

It was located in the documentation already available on the career of the dynasty between 323 and 313, and questioned the length of the union between the two communities, which have been quite short.


7) The Treaty between Miletus and sympolitie Pidas, Milet I 3. Delphinion Das (1914), No. 149, allowed to continue the history of the territorial area of Grion and Latmos. On a commenté le texte, le plus détaillé et le mieux conservé parmi les conventions de sympolitie, en examinant sa datation, en 187 ou 186 av. J.-C., in connection with the history of Heraclea Latmos, institutions and the political calendar of Miletus, the defense of Pidas (meaning of "kata chôran" l. 17), measures allowing 'progressive tax Pidaséens. If Pidaséens have no doubt partly migrated Miletus at the time of the conclusion of the Convention, it is not expected to migrate to all, it is certain that the rural areas Pidas in fact quite far from the city of Miletus, will continue to be exploited by Pidaséens.

The clauses allow tax refund their economies in a qu'éclairent geographical location of the city and the testimonies of former passengers. The Pidaséens receive citizenship milésienne certainly, but do not seem to be divided in subdivisions civic Miletus. Defended by Milésiens in case of conflict with another city, they lose from an international legal personality of an independent city, but they seem to maintain their own institutional status in the city of Miletus, as well as their religious poliades and their sacred areas and public and it does not judges of their own. It was therefore stressed the differences between synœcisme between Latmos and Pidas, aborted, and sympolitie between Miletus and Pidas, which ultimately ended in fact by the disappearance of the latter.

*-*-*-*
EPIGRAPHICA ANATOLICA
Zeitschrift für Epigraphik und historische Geographie Anatoliens
HEFT 31 (1999)

The Union of Latmos and Pidasa
L'Union de Latmos et Pidasa


*-*-*-*-*-*



Latmos-Pidasa İttifak Metni - VikiKaynak
LATMOS-PİDASA İTTİFAK METNİ ÜZERİNE

LATMOS-PİDASA İTTİFAKI
LATMOS-PİDASA (2)
LATMOS-PİDASA..(3)
LATMOS-PİDASA..(4)
LATMOS-PİDASA..(5)
Latmos and Pidasa,Latmos et Pidasa,Latmos und Pidasa

Latmos Kaya Resimleri Sergisi

*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*


Eski Ahit'te 'Kardeş Karı-Kocalık'

Eski Ahit'te 'Kardeş Karı-Kocalık'



'Kardeş karı-kocalık' tanımlaması şeklindeki 'karmaşık mesele', Eski Ahit'te İbrahim/ Abraham/ Avraham tarafından , karısı Sara'ya, aynı zamanda 'kız kardeşim' diye de bahsetmesi biçiminde devam etmektedir.


Nuh soyundan A(b)(v)raham, karısı Sara'yı, Eski Ahit’te iki ayrı bölümde 'kız kardeşim' diye de tanıtmaktaydı.

Eski Ahit'in ilk kitabı Yaratılış'ın 12. bölümünde, tanrı Yehova (Yeh-Wah/ E-A) tarafından daha henüz 'Ab-ra-ham' kılınmadan önce, sadece Ab-ram, İb-ram, Av-ram iken, karısı Sara'yı, Mısır Firavununa 'kızkardeşim' diye tanıtması şöyle anlatılmaktaydı:

"Avram Mısır'da.

Ülkedeki şiddetli kıtlık yüzünden Avram (Abram) geçici bir süre için Mısır'a gitti.
Mısır'a yaklaştıklarında karısı Sara'ya, "Güzel bir kadın olduğunu biliyorum" dedi, "Olur ki Mısırlılar seni görüp, 'Bu onun karısı' diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar. Lütfen, 'Onun kızkardeşiyim' de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar."

Avram Mısır'a girince, Mısırlılar karısının çok güzel oldugunu farkettiler.
Kadını gören firavunun adamları, güzelliğini firavuna övdüler. Kadın saraya alındı. Onun hatırı için Firavun Avram'a iyi davrandı. Avram davar, sığır, erkek ve dişi eşek, erkek ve kadın köle, deve sahibi oldu.

Tanrı, Avram'ın karısı Sara yüzünden Firavunla ev halkının başına korkunç felaketler getirdi.


Firavun Avram'ı çağırtarak, "Nedir bana bu yaptığın?" dedi, "Neden Sara'nın karın olduğunu söylemedin?


Niçin 'Sara kızkardeşimdir' diyerek onunla evlenmeme izin verdin? Al karını, git!"
Firavun Avram için adamlarına buyruk verdi. Böylece Avram'la karısını sahip olduğu herşeyle birlikte gönderdiler." (12.Bölüm)

Ab-ram'ın, daha sonra Abraham olarak peygamberlik mertebesine erişmesinden sonra, karısını, 'kızkardeş' olarak tanıtması bir başka bölümde yeniden ele alınmaktaydı:

"İbrahim ile Avimelek.

İbrahim Mamre'den Negev'e göçerek Kadeş ve Sur kentlerinin arasına yerleşti. Sonra geçici bir süre Gerar'da kaldı. Karısı Sara için, "Bu kadın kızkardeşimdir" dedi. Bunun üzerine Gerar Kıralı Avimelek adam gönderip Sara'yı getirtti.


Ama Tanrı gece düşünde Avimelek'e görünerek, "Bu kadını aldığın için öleceksin" dedi, "Çünkü o evli bir kadın."


Avimelek henüz Sara'ya dokunmamıştı. "Ya RAB" dedi, "Suçsuz bir ulusu mu yok edeceksin?


İbrahim'in kendisi bana, 'Bu kadın kızkardeşimdir' demedi mi? Kadın da İbrahim için, 'O (erkek) kardeşimdir' dedi. Ben temiz vicdanla, suçsuz ellerimle yaptım bunu."


Tanrı düşünde ona, "Bunu temiz vicdanla yaptığını biliyorum" diye yanıtladı, "Ben de seni bu yüzden bana karşı günah işlemekten alıkoydum, kadına dokunmana izin vermedim.

Şimdi kadını kocasına geri ver. Çünkü o bir peygamberdir.
Senin için dua eder, ölmezsin. Ama kadını geri vermezsen, sen de sana ait olan herkes de ölecek, bilesin."


Avimelek sabah erkenden kalktı, bütün adamlarını çağırarak olup biteni anlattı. Adamlar dehşete düştü.


Avimelek İbrahim'i çağırtarak, "Ne yaptın bize?" dedi, "Sana ne haksızlık ettim ki, beni ve kırallığımı bu büyük günaha sürükledin? Bana bu yaptığın yapılacak iş değil."

Sonra, "Amacın neydi, niçin yaptın bunu?" diye sordu.

İbrahim, "Çünkü burada hiç Tanrı korkusu yok" diye
yanıtladı, "Karım yüzünden beni öldürebilirler diye düşündüm.
Üstelik, Sara gerçekten kızkardeşimdir. Babamız bir, annemiz ayrıdır. Onunla evlendim.


Tanrı beni babamın evinden gurbete gönderdiği zaman karıma, 'Bana sevgini söyle göstereceksin: Gideceğimiz her yerde kardeşin olduğumu söyle' dedim."
Avimelek İbrahim'e karısı Sara'yı geri verdi. Bunun yanisira ona davar, sığır, köleler, cariyeler de verdi.


İbrahim'e, "İşte ülkem önünde, nereye istersen oraya yerleş" dedi.
Sara'ya da, "Kardeşine bin parça gümüş veriyorum" dedi,
"Yanındakilere karşı senin suçsuz olduğunu gösteren bir kanıttır bu. Herkes suçsuz olduğunu bilsin."

İbrahim Tanrı'ya dua etti ve Tanrı Avimelek'le karısına, cariyelerine şifa verdi. Çocuk sahibi oldular.


Çünkü İbrahim'in karısı Sara yüzünden RAB Avimelek'in evindeki kadınların hamile kalmasını engellemişti" (BÖLÜM 20)

Hangi gerekçelerle kullanılmış olursa olsun, Eski Ahit'in en eski bölümlerinde, Sara, İbrahim'in 'karısı ve kız kardeşi' olarak nitelenmektedir.



Bu akrabalık kavramları, eski dönemin Sümer-Babil akrabalık kavramlarının devamıydı. Abram, sonradan Abraham halini alacak olan dini bir şahsiyet olduğu için, belki de, geçmiş akrabalık kavramlarını kullanmak zorundaydı da. Kurumsal mirası sürdürmek durumunda kalanlar, genel olarak, artık gerçek yaşamdan uzaklaşmış kimi kavram ve kurumları, geçmiş geleneğin sürdürülmesi bakımından, kullanmaya devam ederler.

Eski Ahit'in bu iki bölümünde, Abraham ile Sara arasındaki 'kardeş karı-koca' nitelemesi, yeni ahlaki değerler temelinde, çeşitli gerekçeler eklenerek 'kabul edilebilir' hale getirilmeye calışılmış gibidir. Eldeki Eski Ahit metinlerinde, bu kısımların sonradan gözden geçirilip düzeltildiğini; Sara için 'kız kardeş' kavramının kullanılmasının 'gerekçelendirilmeye' çalışıldığını düşünmek için nedenler var.

Herşeyden önce, 'baba bir ana ayrı' kardeşlik tezi, Eski Ahit'in 11. Bölümünde, oldukça ayrıntılı verilen secere kayıtlarıyla uyuşmamaktadır. Secere kayıtlarında şöyle deniliyordu:



"Terah soyunun öyküsü: Terah; Avram, Nahor ve Haran'ın babasıydı. Haran'ın Lut adlı bir oğlu oldu.
Haran, babası Terah henüz sağken, doğduğu ülkede, Kildaniler'in Ur Kenti'nde öldü.
Avram (Abram)'la Nahor evlendiler. Avram'ın karısının adı Saray, Nahor'unkinin adı Milka'ydi. Milka Yiska'nın babası Haran'ın kızıydı.
Saray kısırdı, çocuğu olmuyordu.
Terah, oğlu Avram'ı, Haran'ın oğlu olan torunu Lut'u ve Avram'ın karısı olan gelini Saray'ı yanına aldı. Kenan ülkesine gitmek üzere Kildaniler'in Ur Kenti'nden ayrıldılar. Harran'a gidip oraya yerleştiler."

Bu soy kütüğünde Sara, sadece, "Terah'ın oğlunun karısı olan gelini" olarak nitelenir. Sara'nın, Terah'ın bir başka kadından olma kızı olduguna dair bir belirti yoktur.



Buna karşılık, Sara'nın, 'kısırlığı' özel bir belirleme olarak yer almaktadır. Eski toplumda, kısırlık biyolojik olduğu kadar, kocasına çocuk vermeyen kutsal kadınları tanımlamak için kullanılmaktaydı. 'Kocasına çocuk doğuran' veya 'kocasına çocuk temin eden' kutsal kadınlara ilişkin hükümlerin anlamlarını Eski Yazılı Yasalarda incelemiştik. Sara'nın, kocasına 'çocuk vermeyen' anlamında 'kısır' bir kutsal kadın olduğu anlaşılıyor. Sara, kendi cariyesi Agar (Hacer)'i Abraham'a sunarak, kocasına 'çocuk temin etmiş bir kutsal tapınak görevlisi' olmalıydı.



Sara'nın öne çıkarılan 'kısırlığı', onun, Eski Ahit'in düzenlenişi sırasında artık gözden düşmüş olan 'kutsal fahişe'lik özelliğini, bir anlamda gizlemeye yönelik olmalıdır..

Eski Ahit'te yer alan 'karı-koca kardeşlik' kavramlarının kullanımı Abraham ve Sara ile sınırlı değildi.(2) Eski Ahit' gibi “kutsal bir kitap”ta;

"Beni dudaklarıyla öptükçe öpsün!
Çünkü aşkın şaraptan daha tatlı.
Ne güzel kokuyor sürdüğün esans,
Dökülmüş esans sanki adın,
Kızlar bu yüzden seviyor seni.
Al götür beni, haydi koşalım!
Kıral beni odasına götürsün."....

gibi "Süleyman'ın İlahiler İlahisi"nde yer alan bu tür 'erotik şarkılar'da, “kızkardeş-erkek kardeş” akrabalık kavramı ile 'karı-koca' olmak arasındaki eşitleme, bunun, genel bir kullanım tarzı olduğuna tanıklık etmektedir.

"Süleyman'in İlahiler İlahisi" arasında aktarılan bir şarkı şöyleydi:

"Erkek:
Ah, ne güzelsin, aşkım, ah, ne güzel!
Peçenin ardındaki gözlerin güvercinler gibi.
Siyah saçların Gilat Dağı'nın yamaçlarından inen
Keçi sürüsü sanki.
Yeni kırkılıp yıkanmış,
Sudan çıkmış koyun sürüsü gibi dişlerin,
Hepsinin ikizi var.
Yavrusunu yitiren yok aralarında.
Al kurdele gibi dudakların,
Ağzın ne güzel!

Peçenin ardındaki yanakların
Nar parçası sanki,
Boynun Davut'un kulesi gibi,
Kakma taşlarla yapılmış,
Üzerine bin kalkan asılmış,
Hepsi de birer yiğit kalkanı.
Memelerin sanki bir çift geyik yavrusu,
Zambaklar arasında otlayan
İkiz ceylan yavrusu.
Gün serinleyip gölgeler uzayınca,
Mür dağına,
Günnük tepesine gideceğim.
Tepeden tırnağa güzelsin, aşkım,
Hiç kusurun yok.


Benimle gel Lübnan'dan, yavuklum,
Benimle gel Lübnan'dan!
Amana doruğundan,
Senir ve Hermon doruklarından,
Aslanların inlerinden,
Parsların dağlarından geç.

Çaldın gönlümü kızkardeşim, nişanlım, (yavuklum),
Bir bakışınla,
Gerdanlığının tek zinciriyle çaldın gönlümü!
Aşkın ne güzel, kızkardeşim, yavuklum,
Şaraptan çok daha tatlı;
Esansının kokusu her türlü baharattan güzel!
Ey yavuklum, bal damlar dudaklarından,
Bal ve süt var dilinin altında,
Lübnan'ın kokusu geliyor giysilerinden!
Kapalı bir bahçesin sen, kızkardeşim, yavuklum,
Kapalı bir kaynak, mühürlü bir pınar.
Fidanların bir nar cennetidir;
Seçme meyvelerle,
Kına ve hintsümbülüyle,
Hintsümbülü ve safranla,
Hintkamışı ve tarçınla, her türlü günnük ağacıyla,
Mür ve ödle, her türlü seçme baharatla.
Sen bir bahçe pınarısın,
Bir taze su kuyusu,
Lübnan'dan akan bir dere.

Kız:
Uyan, ey kuzey rüzgarı,
Sen de gel, ey güney rüzgarı!
Bahçemde es de güzel kokusu saçılsın.
Sevgilim bahçesine gelsin, seçme meyvelerini

Erkek:
Bahçeme girdim, kızkardeşim, yavuklum,
Mürümü topladım baharatımla,
Gümecimi, balımı yedim,
Şarabımı, sütümü içtim.
Kızın Arkadaşları
Yiyin, için, ey dostlar!
Mest olun aşktan, ey sevgililer!

Kız:
Ben uyuyordum ama yüreğim uyanıktı.
Dinleyin! Sevgilim kapıyı vuruyor.
"Aç bana, kızkardeşim, aşkım, eşsiz güvercinim!
Sırılsıklam oldu başım çiyden,
Kaküllerim gecenin neminden."
Entarimi çıkardım,
Yine giyinmeli miyim?
Ayaklarımı yıkadım,
Yine kirletmeli miyim?
Kapı deliğinden uzattı elini sevgilim,
Aşk duygularım kabardı onun için.
Kalktım, sevgilime kapıyı açayım diye,
Mür elimden damladı,
Parmaklarımdan aktı
Sürgü tokmakları üzerine.

(...)

Her satırı “Sümer-Babil kutsal çiftleşme ilahileri”ni; törensel koro şarkılarını anıştıran 'Süleymanın İlahiler İlahisi' parçaları, “kız ve erkek kardeş” akrabalık terimlerini kullanan “erkek ve kadınlar arasındaki evlilik”, cinsel ilişki şarkılarından başka bir şey değildi. Bu şarkılar içerisinde;


"Keşke kardeşim olsaydın,
Anamın memelerinden süt emmiş.
Dışarıda görünce öperdim seni,
Kimse de kınamazdı beni.
Önüne düşer,
Beni eğiten
Anamın evine götürürdüm seni;
Sana baharatlı şarapla
Kendi narlarımın suyundan içirirdim.
Sol eli başımın altında,
Sağ eli sarsın beni.
Ant içiriyorum size, ey Yerusalim Kızları!
Aşkımı ayıltmayasınız, uyandırmayasınız diye,
Gönlü hoş olana dek."

biçiminde daha tanımlayıcı olan aşk şarkıları, 'erkek-kız kardeş' akrabalık kavramları ile anlamdaş olarak kullanılan evlilik, sevgililik, karı-kocalık ilişkilerinin 'üvey kardeşlik' olasılığıyla açıklanamayacak kadar "karmaşık bir mesele" olduğunu göstermeye yeter de artar bile!(3)

Paris

06.10.2004

safakacmaz@yahoo.com


Açıklayıcı Notlar:





(1) Ab-ram ve Ab-ra-ham kavramlarının isim değil, bir dinsel kategori olduğundan bahsetmiştik. Tanrı Yehova, Ab-ram'ın 'ismini' değiştirip, onun artık 'kavimlerin babası' olması anlamında 'Ab-ra-ham' olduğunu ilan ederken bunu açıklıkla ortaya koymaktadır. Tanrı Yehova'nın, Saray'ın 'ismi'ni de Sara olarak değiştirmeyi önemsediği anlaşılıyor.

Öte yandan, Eski Ahit'in değişik versiyonları, Ab-ram'ı, Ab-ram olarak değil, Av-ram ; Abimelek değil, Avimelek.... biçiminde yani B harfi ile V harfini değiştirerek yazıp okumaktadırlar. Kiril alfebesinde B harfi günümüzde de V olarak okunmaktadır. Ruslar, bu okuyuş nedeniyle olsa gerek, Musevileri 'Yevre' olarak tanımlamaktadırlar. Bu kavramın 'Batıdakiler', 'Batılılar' anlamında kullanılmış olduğunu ve Yevropa - Avrupa'nın da bu Batı yön kavramı ile bağlantılı olabileceğini düşünmek mümkün görünüyor. Sümer-Babil tabletlerinde, Martu olarak okunan topluluk 'Batıdakiler' anlamındaydı. Martu veya Marduk'u, Eski Ahit'in Namrut'u kabul edersek, Nemrut yöresi, Sümer ve Babil için gerçekten de 'Batı' idi.


2)Turan Dursun, yetersiz sosyolojik birikiminden ve aslında "genel din kültürü" zayıflığından ötürü (sadece İslam lafzını ve literatürünü bilmek "din bilgisi" anlamına gelmiyor..), "İbrahim'in karısı Sara'ya Kız kardeşim" demesini , onun genel olarak yalan söyleyen birisi olduğuna kanıt olarak kullanmaktan daha öteye geçebilmiş değildir.


Bu yönüyle de, Musevilerin, İslamcıların dinsel zemininde kalmaya devam eder. Tek farkla: Ötekiler bu "yalan"ı olumlarlar ( yani, böylece "Abraham kendini böylece kurtarmış oldu"...gibi takiyyeciliği överler) ; T. Dursun ise olumsuzluk (yalancının biri!) örneği olarak niteler. Ama onlar, "Karım ve kızkardeşim" akrabalık terimlerinin Abraham döneminde Tevrat'ta yazılmış haliyle (Kızkardeşim ve karım!) kullanılmış olabilme olasılığını akıllarına bile getirmezler. Hitit, Anadolu ve Mezopotamya topluluklarının, MÖ. 2000'li yıllardaki akrablık kavramları kullanımı ve evlilik ilişki türlerindeki kuralları ile , onlara çok bağlı "Abraham geleneği" arasında bir ilişki kurma denemesinde bile bulunmazlar. Çünkü, sanki "akrabalık" kavramları "Adem'den bu yana..." değişmemiş ; "evlilik kuralları" eskiden beri aynen şimdiki gibiymiş gibi bakmaya devam ederler... (Turan Dursun için, bkz: Din Bu/2 , "Kuran'a ve Hadislere göre İbrahim "yalan" söyleyebiliyordu.."( sy. 233/234)


Abraham'ın oğlu ve gelini, yani İshak ve Rebekka arasındaki akrabalık terimlerde de, "kısır"lık ve "kızkardeş karım" bağıntılarında Abraham/Sara örneği aynen tekrar edilmektedir.

*-*-*-*